Kayıtlar

ATTALOS PORTRESİ

Resim
    ATTALOS I   ( İ.Ö.269-197)   2. Pergamon okulu ekolünün görüldüğü ilk eserlerden birisi de Attalos I’in portresidir. Eumenes’ in bu portreyi Attalos I’ in ölümünden sonra yaptırdığı düşünülür bu düşüncenin sebebi ise portrenin 2. Pergamon heykel okulunun özelliklerini barındırmasından kaynaklanmaktadır. Bu portrede Attalos I sanki bir kahraman gibi aktarılmıştır. Portre Berlin’ de yer alan Bergama Müzesi’ nde sergilenmektedir . ·    Başında yer alan diadem başı iki ayrı bölüme ayırmıştır. Başın üstündeki saçlar düz bir şekildedir, alnın üst bölümünde ise dalgalı saçlar kalın perçemler halinde üst üste dizilerek sanki bir peruk izlenimi oluşturmaktadır, bununla birlikte plastik bir görünüm sunmaktadır ve kulaklar saçlar tarafından kapatılmıştır. ·     1. Pergamon okulunda dudaklar kalınken 2. Pergamon okulunda ince şekillenmişlerdir. Ağzın ve dudakların kapalı ve ince olma durumu net bir şekilde görülmektedir. ·   Stil halen Barok iken b...

EĞER SEN DE ROMA HEYKELLERİNE HAYRANSAN OKUMAN GEREKEN BİR KONU VAR :)

 VERİSTİK ÜSLUP   Uygarlıklar yüzyılllar boyunca önde gelen şahıslarını, ya da değerli kıldıklarını yüceltmek, onurlandırmak ya da verilen değeri göstermek amacıyla portreler yapmışlardır. Portreler şahısların karakteristik özelliklerinin, yüz hatlarıyla verildiği baş bölgesi eserleridir. Roma Cumhuriyeti Portre Sanatı; Etrüsk sanatı, Campana’nın yerli İtalik Sanatı, Geç Hellenistik Dönem Sanatı izlenimleriyle yeşeren bir sanat anlayışına sahiptir. Roma Cumhuriyet Dönem’i Portreciliğinin temellerini atan ata kültü geleneğidir. Yerel İtalya’dan Romalılara yansıyan ata kültü, atalarına bağlı olan Romalıların bal mumundan şahısın masklarını alıp, atalarının portrelerini onurlandırmak amacıyla yaptırmalarına neden olmuştur(kişinin ölse dahi hep orada olma hissiyatı). Ata Kültü geleneğinde kadınlar nadiren olmak üzere yer alabilirler fakat daha çok erillikle ilgili olduğu için erkekler yer almaktadır. Roma’nın önemli sınıflarından olan vatandaşlarının evlerinde kilden oluşan m...

Heykeltraş Polyromarchos ve Antik Heykeltraşçılığa Katkısı

  POLYROMARCHOS KİMDİR VE HELLENİSTİK DÖNEM İÇERİSİNDEKİ ÖNEMİ NEDİR?   Pergamon Hellenistik Dönemde İ.Ö-280 yılından itibaren Krallık haline gelmiştir ve Attalos sülalesinin sayesinde kendini çok fazla geliştirip bir yükselişe geçmiştir. Hazineyi koruyup Krallığı geliştirmek isteyen Attaloslar, hazinenin bir kısmıyla  Pergamon mimamirisini, heykeltraşlığını farklı bir boyuta getirmişlerdir. Bu gelişim aşamasında ise Pergamon Krallığı, Atina’ dan heykeltraşlar getirip sanatını güçlendirmiştir. Atina’ dan gelen Polyromarchos ise Pergamon’ a gelen ilk heykeltraştır. Polyromarchos haliyle 1.Pergamon okuluna(İ.Ö.3.yy ikinci yarısı) kendi Attica sanat stillerini de getirmiştir. Böylelikle ortaya yeni bir akım çıkmıştır ve bu akımın adı ise Barok Üslubudur. Polyromarchos’ un  Barok sanatını başlatan eseri olan Asklepios başı (orijinal İ.Ö.3yy) Pergamon Asklepion Tapınağı için yapılmıştır ve günümüze ulaşamayan bir eserdir. Biz bu eseri ise sikke kalıntılarından bilmekt...

CELSUS KÜTÜPHANESİ- EPHESOS

Resim
  Kütüphane hakkında kısa bilgiler Kütüphane kelimesi Arapça kitaplar anlamına gelen kütüp ve Farsça ev anlamına gelen hane kelimelerinden oluşup kitapların evi karşılığını bulmaktadır. Yine kütüphanenin karşılığı olan ve bugün batı dünyasında kullanılan bibliothek kelimesinin aslı ise Yunanca olup, Biblon ve Thekeise kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Biblon papirüs veya papirüs ruloları thekeise ise herhangi bir şeyi koruyan içine alan anlamlarına gelmekte olup kitapların korunduğu yer olarak tanımlanabilmektedir. Kütüphanenin geçmişini Asur krallığına kadar dayandırabiliyoruz. Asur kralı Asurbanipal’in kurduğu kütüphane, Antik Yakın Doğu’da sistematik olarak toplanan ilk kütüphane olarak kabul edilmiştir. Yunan Kütüphaneleri ile Karşılatırmalı Olarak Roma Kütüphaneleri İç Düzene Bağlı Bölümler                             ...

Öylece Olanın içinde SAVRULMAK

   Tüm bu soğuk iklimlerin en köşesinde öylece olan, olmayı sürdüren ve hatta içinde bir cız hissi yaratan melankolik bir parçanın ritmi gibi olacak olan. Piyanonun nazikçe dokunulan bir notası olmak isterken, parmakların sert bir şekilde vurduğu darbelerden ibaret, hoyrat notası olduğun an, anlar.       Döngüler silsilesi... Bir döngünün içinde savrulan kurban... Fakat hiçbir zaman efsanevi bir şekilde gökten koyun düşmüyor. Ama bazen kurban adı altındaki bu kişi gökten düşebiliyor. Hemde en yüksekteyken bir bakmışsın ki yerde, tüm kimliğinlesin. Halin yok. Bu döngüyü kaç kez yaşadın? Saymadın, bilmiyorsun. Alışmış olman mı daha büyük sorun yoksa bu döngüden defalarca yerde uyanman mı?  Sen kimsin? Sen kimdin? Sana ne oldu?     Bazen sonuçları bilsek dahi devam etmek isteriz o kadar isteriz ki sonucu  bir anlığına unuturuz. Arzu-acı ütopyasını en derinlerde hissetmekten zevk alırız. Sanki arzu tek başına o kadar anlamsızdır ki onu tek b...

NARCİSSUS-NARSİST ya da NERGİS

   Çoğu zaman bazılarımızın en iyi yaptığı şey veya bazılarımızın hiç yapamadığı...  Kendini sevmenin, insanların duygularını etkileyecek kadar üst boyuttan bakılan bir ben merkezli hayranlık. Sanki aynalar hiç bu kadar güzel olmamıştır, çünkü kendisini görmektedir ve hep güzeldir, her şeyiyle, tüm benliğiyle ve o kadar da can yakıcıdır. Tıpkı kırılan bir aynanın cam kesikleri gibi, kendini severken bunu yapmaktan da hoşlanan kişilik olmaya devam eder. Daha önce bir yazımda adının nereden geldiğini anlatıp hatta yunanca kökenine inmiştim. Ve hatta nergis çiçeğinin adının da nereden geldiğine değinmiştim. Mitolojik hikayeler beni o kadar çok etkiliyor ki arkasındaki tüm detayları merak ediyorum. Antik çağda dahi insanları rahatsız eden bu kişiliğin adının nergise kadar uzanması oldukça dikkat çekici. Özet geçecek olursak; Echo adındaki bir peri cezalandırılarak konuşması engellenir ve sadece karşısındakinin seslerini tekrarlar. Echo ve Narcissus ormanda karşılaşırlar ve Ec...

EŞSİZ BİR ÇİÇEK OLAN YALNIZLIK

Yalın bir cümleyle tek başınalık... Yalnızlığın kökenine indiğimizde yalın kelimesinden türediğini neredeyse çoğumuz biliyoruz. O muhteşem yalın kalma, sade bir ön görüm isteğini kimi zaman elimizde olmadan yapmaktayız. Bulunduğumuz çağda  oldukça tanıdık gelen bu kelime bir hastalık mı yoksa zehirli bir hastalığın eşsiz tedavisi mi diye düşünmeden edemiyorum. Mutlak bir paydada buluşamayan bu düşünce fiziken yalnızlıktan ziyade ruhsal bir döngünün esiri olmaktan kendini alıkoyamıyor. İnsanların yalnızken yaratıcılık duygusu bir şiir, bir şarkı, bir kitap yazdırtabiliyor ve hatta buna örnek verebileceğim bir sürü başarı hikayesi yalnız kalan insanların süslü cümleleriyle buluşuyor. Peki bir yalnızlık hikayesi gerçekten devrim yaptırabilecek değerleri mi taşıyor yoksa bir zehir gibi tüm benliği ele mi geçiriyor. Ya da yalnızlık bir araç olsaydı gıcırdayan bir beşik mi olurdu. Hiç büyüyemezken ve yeterince küçükken bir beşik mi tasarlardı benliğimiz bir bebeğin susmak bilmeyen ağlayı...