EŞSİZ BİR ÇİÇEK OLAN YALNIZLIK
Yalın bir cümleyle tek başınalık... Yalnızlığın kökenine indiğimizde yalın kelimesinden türediğini neredeyse çoğumuz biliyoruz. O muhteşem yalın kalma, sade bir ön görüm isteğini kimi zaman elimizde olmadan yapmaktayız. Bulunduğumuz çağda oldukça tanıdık gelen bu kelime bir hastalık mı yoksa zehirli bir hastalığın eşsiz tedavisi mi diye düşünmeden edemiyorum. Mutlak bir paydada buluşamayan bu düşünce fiziken yalnızlıktan ziyade ruhsal bir döngünün esiri olmaktan kendini alıkoyamıyor. İnsanların yalnızken yaratıcılık duygusu bir şiir, bir şarkı, bir kitap yazdırtabiliyor ve hatta buna örnek verebileceğim bir sürü başarı hikayesi yalnız kalan insanların süslü cümleleriyle buluşuyor. Peki bir yalnızlık hikayesi gerçekten devrim yaptırabilecek değerleri mi taşıyor yoksa bir zehir gibi tüm benliği ele mi geçiriyor. Ya da yalnızlık bir araç olsaydı gıcırdayan bir beşik mi olurdu. Hiç büyüyemezken ve yeterince küçükken bir beşik mi tasarlardı benliğimiz bir bebeğin susmak bilmeyen ağlayışında, haykırışında...
Yalnız insanlar yeterince çığlık attılarsa sesleri kısık mıdır yoksa yeni bir ses tonuyla tekrar bir evrilme mi yaşayacaktır. Kısık sesleriyle her gün yeni bir güne uyanmak onları daha mı güçlü kılar yoksa bitki çaylarına mı bağımlı hale mi getirir. Ahh şu bitki çayları dili olsa da konuşsa hangi duygularda demlendiğine dair iki kelime etse muhtemelen demlenen duyguların sıvısı olan bu çaylar bir ilaç...
Kendinle baş başa bir yemeğe çıkmak, kendine en sevdiğin yemeği yapmak ve her şeyden önemlisi yalnız kalabilmek, kendine katlanabilmek bir insanı güçlü yapmaz mı? Tüm zorlukların esiri olmadan tek başına bir yola çıkmak ve sağlıklı çözümler elde etmek. Sorun değil bu çözümler sağlıksız da olabilir önemli olan yarattığın inşaatın, görkemli bir eser olması. Dokunabildiğin hayatın, yeni kendinle yoksun kaldığın tüm duyguların o kadar garip ki sesi kısılmış bir şekilde ayakta kalmaya devam ediyor. Yalnız kalmaktan korkmayan hatta bu durumu kendi isteğiyle şekillendiren güçlü insanlar keşke toplanıp kitap kokan bir yerde bitki çayı içebilseler. Hatta bir şarkı mırıldansalar sessizliklerinde yalnız kalabilen tüm insanlar için. Öyle çok dinlerim ki bu sesi işitme yetilerim ellerimden alınsa dahi yüreğimle dinlemek isterim. Dilsiz kalan insanların dillendiği o büyülü tınıları tüm benliğimle hissetmek isterim. Ve büyük ihtimalle ayaklarım boş bir banka beni götürüp onları izlemeye davet edecektir...
Yalnız kalabilmek bunu kendi isteğinle yapabilmek benim görüşüme göre bir iyileşme aşaması. İyi hissetme, iyi kalabilme isteği. İnsan böyle dönemlerde kendini çoğu şeyden soyutlasa da bir çiçek gibi açacağı bülbül gibi şakıyacağı günü dört gözle beklemeli, beklemeli ki sesi bir o kadar güçlü çıksın. Kaybolduğumuz bir denizin ortasında boşa kürek çekmenin hiçbir işe yaramayacağını düşünüp aynı zamanda küreğimizin de kırılmasını istemeyiz. Yalnızlık da böyle bir şey bitmez, tükenmez gördüğümüz tüm değerlerin bir kürekle pusula oluşu gibi. Kimimiz karayı göremezken kimimiz sahildeki insanların el sallayışlarına cevap verir. Kimileri içinse karada bekleyen insanların hiç önemi yoktur. Bir el ordusunun kahkahalarla sağa ve sola yalpalandığı o an, bazı insanlar için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü bu insan denizde boy da veremez, öyle uzun bir yolculuk geçirmiştir ki şu cümleyi kurmak ister; elimi dahi kaldıracak halim yok. Kolları o kadar yorulmuştur ki ellerini kaldıramaması karadaki insanları önemsiz kılar. Bu büyük haykırıştan dolayı, kısık sesinde belki de bir merhabası bile yoktur...
İşte merhabası olamayan insanlar için bir şarkı: Hedonutopia- Dayansam da
Ve güçlü kalabilen, bu denli yorgun kollara sahip olan tüm insanlara teşekkür etmek istiyorum.
Karda açan eşsiz bir çiçek gibi çok güzelsiniz...
Yorumlar
Yorum Gönder