Kayıtlar

NARCİSSUS-NARSİST ya da NERGİS

   Çoğu zaman bazılarımızın en iyi yaptığı şey veya bazılarımızın hiç yapamadığı...  Kendini sevmenin, insanların duygularını etkileyecek kadar üst boyuttan bakılan bir ben merkezli hayranlık. Sanki aynalar hiç bu kadar güzel olmamıştır, çünkü kendisini görmektedir ve hep güzeldir, her şeyiyle, tüm benliğiyle ve o kadar da can yakıcıdır. Tıpkı kırılan bir aynanın cam kesikleri gibi, kendini severken bunu yapmaktan da hoşlanan kişilik olmaya devam eder. Daha önce bir yazımda adının nereden geldiğini anlatıp hatta yunanca kökenine inmiştim. Ve hatta nergis çiçeğinin adının da nereden geldiğine değinmiştim. Mitolojik hikayeler beni o kadar çok etkiliyor ki arkasındaki tüm detayları merak ediyorum. Antik çağda dahi insanları rahatsız eden bu kişiliğin adının nergise kadar uzanması oldukça dikkat çekici. Özet geçecek olursak; Echo adındaki bir peri cezalandırılarak konuşması engellenir ve sadece karşısındakinin seslerini tekrarlar. Echo ve Narcissus ormanda karşılaşırlar ve Ec...

EŞSİZ BİR ÇİÇEK OLAN YALNIZLIK

Yalın bir cümleyle tek başınalık... Yalnızlığın kökenine indiğimizde yalın kelimesinden türediğini neredeyse çoğumuz biliyoruz. O muhteşem yalın kalma, sade bir ön görüm isteğini kimi zaman elimizde olmadan yapmaktayız. Bulunduğumuz çağda  oldukça tanıdık gelen bu kelime bir hastalık mı yoksa zehirli bir hastalığın eşsiz tedavisi mi diye düşünmeden edemiyorum. Mutlak bir paydada buluşamayan bu düşünce fiziken yalnızlıktan ziyade ruhsal bir döngünün esiri olmaktan kendini alıkoyamıyor. İnsanların yalnızken yaratıcılık duygusu bir şiir, bir şarkı, bir kitap yazdırtabiliyor ve hatta buna örnek verebileceğim bir sürü başarı hikayesi yalnız kalan insanların süslü cümleleriyle buluşuyor. Peki bir yalnızlık hikayesi gerçekten devrim yaptırabilecek değerleri mi taşıyor yoksa bir zehir gibi tüm benliği ele mi geçiriyor. Ya da yalnızlık bir araç olsaydı gıcırdayan bir beşik mi olurdu. Hiç büyüyemezken ve yeterince küçükken bir beşik mi tasarlardı benliğimiz bir bebeğin susmak bilmeyen ağlayı...

Din kültürü ve ahlak bilgisi...

       Çocukluğumuzda  ilkokul çağında belirli dersler alırken din olgumuz ve ahlakımız şekillenmeye başladı. Yanlışı düşünmeye korkarak büyüdük ve bu korkular filizlenerek gençliğimizde kostüm değiştirerek farklı sahnelerde yer aldılar. Mesela  en başta büyüklerimize, ailemize, dinimize saygı duymayı öğrenmeye başladık. Saygıyla emzirilen ve saygıyla ilk adımlarını atan bir çocuğun saygısız bir dünyada kendini bulduğu o an... Göz yaşları renginin, acıyan kalbin kıymetsizliği  saygısızlığın en büyüğü. Anlatamıyorum hatta bazen anlatmak dahi istemiyorum bir ceviz ağacında ceviz olsam      kuskuru kabuğun içinde öylece kıvrılıp uyusam. Evet toplumumuzun büyük bir bölümü İslam dinine mensup ve her biri de Müslüman. Bazen üzülerek genelleyip neye göre kime göre diyorum ve gözlerim iyi bakan insanları arıyor. Kalbi çok iyi olan ve aynı zamanda da dinine çok bağlı Hristiyan bir insan bazılarımızı zaman zaman rahatsız edebiliyor. Fakat o da Hr...

YANLIŞ YAPMAKTAN KORKAN İNSAN

     Bazen bize öyle bir karar vermemiz istenir ki neredeyse çoğu fikir doğru neredeyse bir yarısı yanlış ya da doğru bildiklerimiz yanlış, yanlış bildiklerimiz ise doğru gelir. Hayatımızın gidişatını belirleyen kararları tüm bu kararsızlık içinde vermemiz istenilince kimi zaman başkasının kararına kendi kararımız gibi adapte olup kabullenmeye çalışırız. Bu hiç alışık olmadığımız duygu durumu giderek aidiyat duygusunun yerini almaya başlayınca koca bir kaosun içinde kararsızca kalakalırız. Aidiyat duygusu ve bir bağ arayışı içerisinde kendimizle özdeşleştirememe gibi sorunlarla başa çıkmaya  çalışırız. Tüm bunlar olurken bir süre sonra duygularımız, fark etmeden en yüksekten hiçe evriliyor ve öylece bakakalıyoruz eski olduğumuz kişiye, öylece orada kalsın istiyoruz, kararsızlığımızda. Ne gariptir ki o süreçte yanlış gelen her korkunun bedeni şimdi daha doğru geliyor ya da ne gariptir ki aksi iddia edilemez derecedeki doğrular bir o kadar yanlış geliyor. Doğru ya da y...

Çorak bir ülkede KİM olmak

       Zaman ve bellek arasında sıkışıp kalınan, soğuk duvarlı sokratik konuşmaların yerine kıvrıldığı, yüzeysel bir çatışma, ben kimim? Ne olduğunun ve ne olacağının çok bir önem teşkil etmediği, kocaman evren içerisinde bir toz tanesi kadar ufak alanı kaplayan ve hatta gözle görülemeyen bir canlı... Gerçekten canlı mıyız damarlarımız sayesinde  kalbimiz kan pompalamaya bu kadar susamışken sahiden hareket eden bir canlı mıyız? Kalp kan pompalarken, bizim kim olduğumuzu sorgulayışımız gibi, bu  denli yoruluyor mudur acaba. Tüm bu yaşamımda yıllar geçse de bir tarafım bunu hep merak edecek. Tüm bu yaşamımda sabahları aynaya karşı yinelenen ben kimim sorusu, geri kalan yaşamımda cevapsız bir şekilde devam edecek mi?       Kim oluşumuz, kim olmayışımızla karşılaştığı zaman teknik olarak bu sorumuza kısa bir cevap bulmaz mıyız? Fakat her gün kim olmuyoruz, her gün yenileniyoruz. İnsanlara bahsettiğim kendi halindeki detaylarım her gün unutul...

Gaflet, dalalet ve arkeoloji...

Resim
  TÜRKİYE'DE ARKEOLOJİ EĞİTİMİ VE KÜLTÜREL MİRASI KORUMA SORUNLARI               Türkiye gerek bulunmuş olduğu konumundan olsun gerek kültürlerin bırakmış olduğu nesnel zenginlikten olsun arkeoloji dalında oldukça mühim  bir alanı oluşturmaktadır.   Fakat bu zenginlik yapılan çalışmalar neticesinde aslında belki de çorak bir ülkenin yalnızlığı ve kimsesizliğine dönüşmektedir. Arkeolojinin değeri kesinlikle bu olmamalıdır, bazen çok mu fazla duygusal düşünmekteyim diye kendimi sorguluyorum fakat yapılan restorasyon çalışmalarının büyük bir kısmı ciddi anlamda estetik kaygıdan uzak boyutta ve bu durum gerçekten kültürlerin gerçeklikten uzak görselliğini yüzümüze bir tokat gibi çarparak, içler acısı bir kaygı bırakarak lanse edilmekte. Arkeoloji, yılların yaşamış olduğu   birikmişlik, niçin modern çağımızda defalarca köpük kusturulurcasına öldürülmeye devam ediyor? İnsan gerçekten üzülmüyor değil, yıllardır...

Gesaffelstein- Humanity Gone

       Bugün bu yazımı yazarken tamamen bir parçaya tutsak bırakıldım. Çıksam çıkamıyorum, tutunsam bir yatak başlığına veyahut pencere kenarına, tutunamıyorum elim kalkmıyor. Elim sanki vücut uzvumdan bağımsız zihnime hükmediyor. Tam olarak bu parça tüm vücut sancılarımın enstrümanla buluşup yakındığı, kulakları büyüleyen ve illüzyon niteliğinde bir tını. Ve bazen sessizliğimde bir parçaya dönüşseydim eğer bazen o parça bu parça olurdu.  Demokrasiye aç  koskoca hiçlikler cumhuriyetinde bir tur düzenleseydim eğer arka fon da kesinlikle bu parça olurdu. Beni avcumun içi kadar bildiğim yerden bilmek istediğim bilinmezliğe sürükleyen gezgin bir parça. Gezerken dinlenip kıvrıldığım çekyatın yay seslerinin rahatsız etmeyişi, çekmeyen bir televizyonda karınca sürülerini izlemem ve kutsal dokunuşla iç çekip başka bir mekanda oluşum. Ağız kaslarımın gülmeyi unuttuğu ve benimse öğretecek dahi gücümün olmayışı sahi öğretsem dahi bir şeylerin anlık çok da farklı olmad...