Gaflet, dalalet ve arkeoloji...
Türkiye gerek bulunmuş olduğu
konumundan olsun gerek kültürlerin bırakmış olduğu nesnel zenginlikten olsun
arkeoloji dalında oldukça mühim bir alanı oluşturmaktadır. Fakat bu zenginlik yapılan çalışmalar neticesinde aslında belki de çorak bir ülkenin yalnızlığı ve kimsesizliğine dönüşmektedir.
Arkeolojinin değeri kesinlikle bu olmamalıdır, bazen çok mu fazla duygusal
düşünmekteyim diye kendimi sorguluyorum fakat yapılan restorasyon
çalışmalarının büyük bir kısmı ciddi anlamda estetik kaygıdan uzak boyutta ve
bu durum gerçekten kültürlerin gerçeklikten uzak görselliğini yüzümüze bir
tokat gibi çarparak, içler acısı bir kaygı bırakarak lanse edilmekte.
Arkeoloji, yılların yaşamış olduğu birikmişlik, niçin modern çağımızda defalarca
köpük kusturulurcasına öldürülmeye devam ediyor? İnsan gerçekten üzülmüyor
değil, yıllardır bugünlere misafirlik eden kültürlerin hoyrat bir şekilde
kovularak görmezden geliniyor olması bazen kelimeleri dahi tüketiyor. Yapılan
çalışmaları ve ekonomik boyutu sorgulatmaya devam ediyor. Restorasyon dalında
profesyonel insanların varlığı gözardı edilerek işlemi bu insanların yapmayışı
da estetik
algıdan tarihi kalıntılarımızı oldukça uzak tutmaktadır. Bu işlemler sonucunda
tarihimiz evrim geçirerek farklı göz kanatan bir yapıya bürünmektedir. Gerek
ekonominin yetersizliği gerek estetik bütülüğün bir hiç sayılması bu
görselliğin nedenleri arasındadır. Malzemelerin hatalı ve alakasız kullanılması
amatör bir restorasyon projelerini bize sunmaktadırlar. Kaygı yaratan durumlar
sadece restorasyon konusunda da geçerli değildir.
Ülkemizde göz göre göre bir çok
defineci tarihi eserlerimize saygısızlık ederek ekonomik çıkar uğruna
kültürümüzü yok saymaktadır. Derinlere inecek olursak ağaç gerçekten yaşken mi
eğilir diye kendime soruyorum. İlkokulda öğrendiğimiz eğitim adı altında en
birincil kural saygı kavramıydı; çevremize saygılı olmak, ailemize,
büyüklerimize, eğer saydıklarımıza saygılı olduğumuzu varsayarsak bir insanın,
bir kültürün bırakmış olduklarına da saygılı olmak zorunda değil miyiz? Yoksa
kurabiye kokan ilkokul öğretmenlerimiz tarihinize sahip çıkın dedikten sonra
sprey boyalarla gelecekte bir mimari kalıntıyı boyayan çocuğun derste camdan
dışarıyı izlediğini ve onu hiç dinlemediğini mi düşünürdü. Bazen okul hayatının
da dışında karakterimizin şekillenişi, etnik kimliğimiz, çevremizin şekillenişi
de biz insanları etkilemektedir. Zarar vermek belki de tüm mesele bu. Hiçbir
amaç gütmeksizin iç öfke patlamasını veya haz uyandıracak duygular arayışını
bilinçsizlik ve cahillikle bir sprey boyaya sığdırmak. Bazen defineciler külltürel
mirası hiçe sayarak patlayıcılar kullanarak, ekonomik arayış içerisine
bürünerek, okuduğumuz haberlerde karşımıza çıkmatadırlar ama biz bir hastalığın
fiziksel olarak boy göstermesini de yazmayan cümlelerden okumaktayız. Binlerce
yıl öncesinden günümüze bir şekilde kendini koruyarak gelmiş olan örneğin bir
lahit bazen bir definecinin matkabına kurban gidebiliyor. Ya da bir mimari
mekan ya da herhangi bir eser bir sprey boyanın esiri olabiliyor. Ya da projesi
gerçekleştirilen bir yapı eskisini unutturarak gözlerimizi kanatabiliyor. Tüm bunlardan sadece arkeoloji öğrencileri
değil vicdanen tüm insanlar sorumluluklarının bilincinde kalarak rahatızlık
duymalıdırlar. Oldukça önemli olan
arkeoloji bölümünde verilen dersler kesinlikle daha donanımlı ve tabiki de
uygulamalı olarak verilirse öğrenciler üzerinde ilgi ve alakanın, verimin de
artacağını düşünmekteyim. Özellikle Türkiye’ deki bölüm sayısının fazlalığı ve
öğrenci sayısının fazlalığı sayılı iş sahası kaygılarını da arttırmaktadır.
Ezber sistem yerine anlayak, görerek ve farklı ortamlarda uygulamalı olarak
işlenecek olan dersler yetişen arkeologların çok daha donanımlı olmasını
sağlayacaktır. Çünkü örneğin eğer bir öğrenci müzeye gitmez ise şekil olarak
bir Lagynosu sadece derslerindeki slayt görsellerinden
bilecektir. Fakat konum olarak müzelere götürülüp ders işlenmese dahi
okulumuzda replica lagynos vs. görerek ders işlenilirse eminim ki dokunmanın
vermiş olduğu duyu zekası ile öğrenci bu konuyu çok daha iyi kavrayacaktır.
Ezberlerden kaçan ve sıkılan öğenciler karmaşık gelen tüm bu tarihsel olaylar
ve kültürel izler sanki o tarihte yaşıyormuş hissine bürünülerek anlatılırsa
dinleyen kişi de eminim bu bilgiyi aktaranın anlatısıyla buluşucaktır. Genelde
başka üniversitelerde arkeoloji okuyan arkadaşlarımla da diyalog halinde
olduğum zaman yakındıkları şeylerden bir tanesi de kesinlikle slayt cümlelerini
hocaların tonlamasız düz bir şekilde
sadece okumalarıydı. Öğrenci ve hoca ilişkisi bilgi aktarımında kesinlikle
buluşmuyorlar ve bence eğitimdeki en büyük sıkıntılardan bir tanesi de bu durumdur.
Öğrencilerin bilinçaltından eksilmeyen gelecek kaygısı hatta şuan bunları
yazarken bile gelecek kaygımın hep benimle oluşu arkeoloji okuyan insanların
kesinlikle çıkmaz sokağıdır. Arkeoloji okuyan bir öğrenci bir mitolojik
karaktere bürünseydi eğer bu karakter şüphesiz ki Icarus olurdu diye
düşünmekteyim. Kanatlarımızı tutan bal mumumuz ise sanırım umudumuz. Eğer bu
meslekte bir yerlere gelmek istiyorsak umudumuzu kaybetmeden ve düşmekten
korkmadan, pes etmeksizin dengeli bir şekilde devam etmeliyiz. Çoğu arkeoloji
öğrencisinin bal mumuyla yapıştırılan kanadı güneşe fazla yaklaştı, fakat eminim
ki ekonomik durumlarımız, sosyal bilincimiz, sanat ve kültür anlayışımız ve en
önemlisi de tarihe bir yapılanma oluşturarak sahip çıkışımız var olduğu sürece
arkeoloji de var olacaktır ve belki de külürel mirasımızı kovmak yerine hoş
geldin diyebileceğiz.
Tüm bu
kazanılacak olan değerler elbette ki çok kolay bir eylem gibi görünmüyor. En
başta çocuklarımızı tarihle çiçeklendirmeliyiz ki aldıkları tüm bilgiler onları
sulasın ve büyütsün, bilgiye aç çocukları gereksiz teknolojiden uzak tutarak
gerçek kültürlerini öğreterek yetiştirmeliyiz. Müze kavramını çocukta bir
bilinç haline getirerek ve Müzelere götürdükten sonra en önemlisi anlatmaktan
hiç bıkmayarak, konuşarak ve doğru bilgi vererek kültürel mirasına sahip
çıkmayı öğretmeliyiz. Eğitimi sadece okula endekslemek en büyük yanlışlarımızdan
bir tanesi çünkü çocuk bazen öğretmeninden gördüklerini ve duyduklarını
ailesinden de bekler. Bu konuda değerli öğretmenlerimize yardımcı olarak
çocuklarımıza gereken bilinci sunmalıyız. Geçtiğimiz zamanlarda bir oyuncağa
ratlamıştım ve o kadar merak uyandırıcıydı ki, çocuklar merak uyandıran şeylere
bayılırlar. Oyun setinde ise çeşitli aletlerle kazıyarak Göbekli Tepe’ yi veya
Nemrut’ u buluyorsun ve bence bu
çocukların arkeolojiye olan ilgisini arttırıyor. Oyuncak sektörleri bol
miktarda tarihi içinde barındıran oyuncakları piyasaya koyarlarsa eğer
çocukların bakış açısı da eminim ki değişecektir.
Bununla
birlikte yetişkin insanlara da müzeyi sevdirmek ve tarihi kültürü aşılamak için
önemli yollar izlenmelidir. Müzeleri ve tarihi sevdirmek adı altında bence
halka özel ilgi çeken tarihsel olaylardan ve eserlerimizden insanların en
ulaşabildiği iletişim aracından televizyon v.s defalarca bilgilendirici bir
şekilde anlatılarak halkın sorumluluklarını ve bilincini yerine getirmesi
sağlanabilir. Bununla bağlantılı müze kart fiyatlarında bir kampanya söz konusu
olabilir. Artık arkeoloji öğrencilerinin de yüzünü güldüren müze karttaki
yenilik belki dönem dönem halk için de geçerli olabilir. Evet belki de bunlar
sonucunda bir insanın bakış açısı değişirken diğerininki sabit kalır ama belki
de bu insan saygı duymasını öğrenebilir.
Sanata verilen değer sanat kadar
zor ve karmaşık ve kişiden kişiye göre değişirken sanata duyulan saygı belki de
sabit kalabilir. Ve belki de artık gözlerimiz antik kentlerde çöpler görmek
yerine sahip çıkılan bir kent görebilir. Çocukluğumuza kadar indiğim
şekillenmelerimizi, kültürel mirasımıza, değerimize saygı göstermeyişimizi bu
şekilde özetleyebilirim. Belki de hayat felsefem beni bu konuda yanıltıyor
belki de bir insan tüm insanlığı değiştiremez, kimse kimseyi etkilemeden insan
olmaya devam eder. Fakat tüm mesele benim bal mumumda saklı ve ben bir insana,
bir insanın sorumluluk ve bilincine inanarak yaşamaya devam edeceğim ve belki
bir gün diyeceğim.
Umuyorum ki bir gün profesyonel çalışmalarımız ve ekonomimiz arkelojiye kol kanat gererek onu çok iyi yerlere getirebilir. Belki de restorasyon sonucunda beyaz betonlar görmek yerine estetik bir algı yakalayabiliriz, belki de kurtarma kazılarının sonuçları bizi şaşırtacak düzeyde olur ve belki de hiçbir kent baraj suları altında kalmadan varlığını sürdürmeye devam edebilir. İşini emeği ile yapan ve yapmak isteyen tüm arkeologlar ve restoratörler umuyorum ki bir gün tarihimizle buluşup hiç ayrılmazlar. Arka planda hep var olmuş olan ekonomik kaygılar ve iş sahası umuyorum ki bir an önce biter ve tarihine sahip çıkmak isteyen öğrencileri kazı alanlarında, müzelerde, lisansüstü eğtimlerde görmek daha fazla mümkün olabilir. Tüm insanlığa ebedi bir bilinç yüklendiği zaman sonrasında kültürel mirasımız, kalıntılarımız, yaşanılan onca izler varlığını sürdürmeye devam edecektir ve bizim tek yapmamız gereken bir bebeğe bakar gibi onlara sahip çıkarak nazik bir şekilde davranmaktır. Beni duygulandıran bu güzel bölümün değeri umuyorum ki bir gün tüm insanlığın izleriyle saygıyla buluşacaktır…
Resim 1: Şile Kalesi
İnsanı üzen ve
hayrete düşüren restorasyon çalışmalarından bir tanesi de Şile Kalesi’ dir. Cenevizlilerden
kalma bu kale geçirdiği proje sonrasında kendi benliğinden oldukça uzak bir
şekilde yapılarak adeta yepyeni bir formata dönüşmüştür.
Resim 2: Süheyl Bey Cami
Restorasyon işleminden sonra alakası olmayan malzemelerle cam kaplanan ve yapısı bozulan Süheyl Bey camisi
Resim 3: Dereağzı Mevkii’ nde bulunan kaya mezarı
Defineciler
tarafından tahrip edilmiş olan kültürel mirasın dokusu ve yapısı bozulan bir
eserimizde Dereağzı Mevkii’ nde bulunan kaya mezarımızdır.
Resim 4: Kyme Antik Kenti
Kyme Antik Kenti tarih açısından oldukça önemli yere
sahiptir. Bu şekilde bakımsız, çöplerle dolu olması gerçekten insanı üzen
görüntüler arasında yer almaktadır. Verdiğim bu örnekler arkeoloji ile olan ilişkimizi net olarak gözler önüne sermektedir.
İşte senin için ilk seslerden, arkeolojiyi iliklerine kadar hissettiren o parça:
Tralleisli Seikilos' un Antik Şarkısı....
Yorumlar
Yorum Gönder