Kayıtlar

Re-cordis

 Tüm duygu ve düşünceler, kuzey kutbunun en ücra köşesinde sıcaktan kavrulan bir şezlonga rastlamak gibi zıt kavramlılar. Bir tutam buz aldıktan sonra tek ihtiyacı olanı ona vermeyip, şezlong sıcaktan kavrulurken oldukça soğuk olan buzların üzerine uzanıp ne kadar buz ne kadar şezlong olduğumu düşünüyorum. O şezlongu oracıkta bırakmayacağım biraz serinledikten sonra buz gibi arpa suyuna hayır demeyecektir. Eğer varlığımın birazı buz ise birazı da kavrulmuş plastik bir şezlongdur bunu biliyorum ve o halde şezlongu tanıyorum. Elimi uzatıp dokunduğum anda Dante' nin İlahi Komedya' sı eşliğinde bu sıcaklığın daha önceden duyularım tarafından algılanıp hissedildiğini hatırlıyorum. Soluk, kavrulan, dili olmayan şezlongdan hemen sonra bir kesit yankılanıyor ''Geçmişteki mutluluğu anımsamak kadar büyük acı yoktur '' Bunu nasıl yapabiliyor? Dili olmayan bir şezlong altı çizili cümlelerimi nereden biliyor. Onu susturmak istiyorum bu şezlongun beni gerçekten tanıyor olması...

Huzursuzluk ve Mutluluk Algoritması...

 Birbirinden bağımsız olan olan huzursuzluk ve mutluluk kelimeleri, geçici anların içine sıkışan  duygu durumlarıdır. Geçip giden anların vermiş olduğu huzursuzluk ve mutluluk, hangi yoldan gitmişsek onun sonucu oluşan kavramlardır. En büyük ortak noktaları ise kalıcı olmamalarıdır. Göçmen bir kuş gibi belirli anlarda giderler ve sonra yok olurlar. Sıklıkla ben mutlu değilim cümlesini tekrarlar dururuz işte o anda yerini aratmayan huzursuzluk kapımızı çalmıştır. Kapılarımızı huzursuzluğa açtığımız zaman, gidecek olduğunu çoktan biliriz. Mutlu olamama düşüncesinin de geçici olduğunun bilincindeyken mutluluğu gözler dururuz. Tüm bu duygu durumlarının geçici olduğu kavramların arasında keşke kavanoza mutlu anlarımızı saklayabilseydik. Böylelikle ne zaman ki mutluluk uçup gitti, raflara dizilen mutlu kavanozlar bizimle kalırdı. Şimdi ise geriye kalan huzursuzluğun gitmesini beklerken onu hiç tanımak istemeyiz. Mutluluğun gitmesine o kadar içerleriz ki huzursuzluğu sorgulamayı unut...

Yaşamın Anlamı Nedir?

      Bazen dışarıdan seyirci kaldığımız bazen ise baş rolünü paylaştığımız nefesler silsilesi. Biz olsak da olmasak da öylece var olan, zaman kapanına kısmayan gece ve gündüzü içerisinde barındıran her sabah yeniden doğan yaşam, koskoca yaşanılan an. Yaşamı simgesel bir varlık boyutuna katarsak eğer yaşlı ve kocaman bir ağaç ne de iyi giderdi. Belki de hiç unutamadığımız anımızı yaşam kesitlerimizin merkezine koyuşumuzun duygusu yaşamı anlamlı kılmaktır. Bir balık suda meraklı bir şekilde insanlara bakıp zıplarken, sıçrattığı su damlalarının bir çocuğun elinde belirmesiyle beraber kahkaha dolu gülüşler ve tüm bu duyguların nicesi, masum olanları yaşamın tatlandırıcıları... Yaşanılan anlara  bir anlam yüklerken, sinematik bir bakış açısıyla, siyah beyaz bir filmde Charlie Chaplin esintilerini yakalayabiliriz. Renklerin olmadığı dolayısıyla bir anlam arayışı güdülmesine gerek kalmadığı kara bir yaşam. Hayatımıza renk gelsin demenin farklı bir boyutu, sonunda repl...

Bir tapınağın köşesinde, tek ayak üzerinde beklemek...

          Bazen tercih ettiğimiz doğrular ve yanlışlar bizi bir tapınağın soğuk mermerlerine sürükler. Fakat bu tapınağa hangi konumda gelmiştik yani cezalandırılan mı yoksa ödüllendirilen mi? Cezalandırmanın Antik Dönemi ne de amansız acılarla doludur şimdi, burada bir antik öyküden bahsetmek istiyorum. Laokoon ve Oğulları Vatikan Müzesi'nde yer alan ve Roma kopyası olan bir eserdir. Rhodos okulunun şüphesiz en önemli bu eseri, yaklaşık olarak M.Ö. 2yy’ da yapılmıştır ve vahşetçe bir cezalandırmanın öyküsünü barındırır. Rahip olan Laokoon Troia savaşında Yunanlıların içine gireceği tahta atı kente almamalarını, eğer alırlarsa kentin düşeceğini söyler. Laokoon ve iki oğlu Poseidon ya da Apollon tarafından denizden gönderilen iki yılanla öldürülür. Antik cezanın ete ve kemiğe bürünmüş halini, bir babanın ve evlatlarının ölmeyle bağlantılı çaresizliğini görmekteyiz. İnsanoğlunun çektiği acıları hissettirmesi, anlatmasıyla öne çıkmaktadır. Soğuk bir ...

Zihin üzerine...

          Zihin olarak nitelendirdiğimiz kavram tam olarak neyin nesidir? Yani zihnin bir odası var mıdır ya da birden fazla odanın olduğu villa tarzında bir ev midir? Merdivenlerden inişlerimiz ve çıkışlarımız zihnin doruk noktalarını ya da en alçak noktalarını mı oluşturur? Oh beee zihinde şöylece uzanabileceğimiz bir çekyat da var mıdır? Varsa eylemlerin en güzeli bu olmalıdır. Yoksa zihin yağmur yağdığında tavanı akan rutubet kokulu bir ev midir? Öylesi daha mı içtendir yoksa... Zihin Abidin Dino'nun yapmadığı lakin Amerikalı bir  ressam olan Dianne Dengel'in ise tüm duygularını aktardığı sıcacık bir çorba kaşıklamış hissiyatı yaratan mutluluğun tablosu mudur? Ya da zihin tablodaki o sıcak yatakta uyuyan aileyi izleyen kahve bir tavuk olabilir. Hayata yumurtlamak için gelmiştir ve midesini doyurduktan sonra hep aynı eylemlerde bulunup boş bakışlar sergiler yani burada zihnin amacı sadece var olup bir eylemde bulunması mıdır? Bazen sadece soyut olar...

Norveç Balıkçılarının Yaralı Elleri...

           Hayatımız boyunca insanları tanımaya çalışırız belki de hiç tanımayız veya tanımak istemeyiz. Bazen sadece insanlardan kaçmak isteriz veya insan olmak isteriz ya da insan dahi olmak istemeyiz mutluluğu bir obje olarak varsayarız. Mutluluk sahi nedir? Bir şarabın son yudumunun etkisi altındaki son gülüş müdür veya ilk gülüş müdür? Bazen sadece insan olabilmek ah ne güzel olurdu. İnsanlık o kadar korkunç olabiliyorken içimizdeki Polyanna neden hiç susmaz ve insan kalmaya, olmaya devam et der ki... En büyük sorunumuz Polyanna'ya fırsat verişimizden ve onu susturmaya çalışmamamızdan kaynaklanmaz mıdır? Bazen sadece düşündüğümüz tek şey bir eylemdir veya eylemde bulunmuyor olmamamızın verdiği rahatsızlıkla bu sorundan kaçışımızdır. Sen peki hiç düşündün mü ki kendini susturmayı, Polyanna'yı uyutmayı, insanları susturmayı? Evet bazen düşünmedin bazense kaçtın... Bastırılan duyguların yansıması olan Polyanna sussaydı eğer insanlar da susmayı ahlak bilgi...

Kokuların auralarını hissetmek...

     Bir caddede yürüdüğümüzü düşünüyoruz ve yanımızdan geçen bir uzvun üzerine sinen, hayatımızdaki yaşam kesitlerimizi anımsatan o kokuya rastlıyoruz. Durup koklamak ya da kokusunu sormak bu iki düşünce arasında sıkışıp kalırız. Kokuları güzel yapan gerçekten esansın kalitesi midir yoksa yaşanmışlıklar mıdır? Ortaokulda olduğumuzu varsayalım anne kokusunu andıran öğretmenimizi hep daha çok sevmişizdir. Genelde tatlı kurabiye kokan bu öğretmenlerde bilinçaltımız annemizi veya anne özlemini arar. Kokuların hafızası o kadar geniştir ki bir kokuyu kullanarak deha olma yolunda ilerleyebiliriz. Sadece çalışma odaklı kullanılan bir koku  daha önce öğrenilen ve depolanan hafızadaki  bilgileri bize anımsatır. Bir koku çok derinlere gizlenerek orada yaşamaya devam eder bazen bu kokuyla yeniden çocuk olur ve salıncakta sallanmaya devam ederiz. İşte bir kokuyu güzel yapan şey kendimizi bulduğumuz güzel anılarımızın özlemidir. İşte tam da bu yüzden ilk tanıştığımız insanla...