Kayıtlar

Din kültürü ve ahlak bilgisi...

       Çocukluğumuzda  ilkokul çağında belirli dersler alırken din olgumuz ve ahlakımız şekillenmeye başladı. Yanlışı düşünmeye korkarak büyüdük ve bu korkular filizlenerek gençliğimizde kostüm değiştirerek farklı sahnelerde yer aldılar. Mesela  en başta büyüklerimize, ailemize, dinimize saygı duymayı öğrenmeye başladık. Saygıyla emzirilen ve saygıyla ilk adımlarını atan bir çocuğun saygısız bir dünyada kendini bulduğu o an... Göz yaşları renginin, acıyan kalbin kıymetsizliği  saygısızlığın en büyüğü. Anlatamıyorum hatta bazen anlatmak dahi istemiyorum bir ceviz ağacında ceviz olsam      kuskuru kabuğun içinde öylece kıvrılıp uyusam. Evet toplumumuzun büyük bir bölümü İslam dinine mensup ve her biri de Müslüman. Bazen üzülerek genelleyip neye göre kime göre diyorum ve gözlerim iyi bakan insanları arıyor. Kalbi çok iyi olan ve aynı zamanda da dinine çok bağlı Hristiyan bir insan bazılarımızı zaman zaman rahatsız edebiliyor. Fakat o da Hr...

YANLIŞ YAPMAKTAN KORKAN İNSAN

     Bazen bize öyle bir karar vermemiz istenir ki neredeyse çoğu fikir doğru neredeyse bir yarısı yanlış ya da doğru bildiklerimiz yanlış, yanlış bildiklerimiz ise doğru gelir. Hayatımızın gidişatını belirleyen kararları tüm bu kararsızlık içinde vermemiz istenilince kimi zaman başkasının kararına kendi kararımız gibi adapte olup kabullenmeye çalışırız. Bu hiç alışık olmadığımız duygu durumu giderek aidiyat duygusunun yerini almaya başlayınca koca bir kaosun içinde kararsızca kalakalırız. Aidiyat duygusu ve bir bağ arayışı içerisinde kendimizle özdeşleştirememe gibi sorunlarla başa çıkmaya  çalışırız. Tüm bunlar olurken bir süre sonra duygularımız, fark etmeden en yüksekten hiçe evriliyor ve öylece bakakalıyoruz eski olduğumuz kişiye, öylece orada kalsın istiyoruz, kararsızlığımızda. Ne gariptir ki o süreçte yanlış gelen her korkunun bedeni şimdi daha doğru geliyor ya da ne gariptir ki aksi iddia edilemez derecedeki doğrular bir o kadar yanlış geliyor. Doğru ya da y...

Çorak bir ülkede KİM olmak

       Zaman ve bellek arasında sıkışıp kalınan, soğuk duvarlı sokratik konuşmaların yerine kıvrıldığı, yüzeysel bir çatışma, ben kimim? Ne olduğunun ve ne olacağının çok bir önem teşkil etmediği, kocaman evren içerisinde bir toz tanesi kadar ufak alanı kaplayan ve hatta gözle görülemeyen bir canlı... Gerçekten canlı mıyız damarlarımız sayesinde  kalbimiz kan pompalamaya bu kadar susamışken sahiden hareket eden bir canlı mıyız? Kalp kan pompalarken, bizim kim olduğumuzu sorgulayışımız gibi, bu  denli yoruluyor mudur acaba. Tüm bu yaşamımda yıllar geçse de bir tarafım bunu hep merak edecek. Tüm bu yaşamımda sabahları aynaya karşı yinelenen ben kimim sorusu, geri kalan yaşamımda cevapsız bir şekilde devam edecek mi?       Kim oluşumuz, kim olmayışımızla karşılaştığı zaman teknik olarak bu sorumuza kısa bir cevap bulmaz mıyız? Fakat her gün kim olmuyoruz, her gün yenileniyoruz. İnsanlara bahsettiğim kendi halindeki detaylarım her gün unutul...

Gaflet, dalalet ve arkeoloji...

Resim
  TÜRKİYE'DE ARKEOLOJİ EĞİTİMİ VE KÜLTÜREL MİRASI KORUMA SORUNLARI               Türkiye gerek bulunmuş olduğu konumundan olsun gerek kültürlerin bırakmış olduğu nesnel zenginlikten olsun arkeoloji dalında oldukça mühim  bir alanı oluşturmaktadır.   Fakat bu zenginlik yapılan çalışmalar neticesinde aslında belki de çorak bir ülkenin yalnızlığı ve kimsesizliğine dönüşmektedir. Arkeolojinin değeri kesinlikle bu olmamalıdır, bazen çok mu fazla duygusal düşünmekteyim diye kendimi sorguluyorum fakat yapılan restorasyon çalışmalarının büyük bir kısmı ciddi anlamda estetik kaygıdan uzak boyutta ve bu durum gerçekten kültürlerin gerçeklikten uzak görselliğini yüzümüze bir tokat gibi çarparak, içler acısı bir kaygı bırakarak lanse edilmekte. Arkeoloji, yılların yaşamış olduğu   birikmişlik, niçin modern çağımızda defalarca köpük kusturulurcasına öldürülmeye devam ediyor? İnsan gerçekten üzülmüyor değil, yıllardır...

Gesaffelstein- Humanity Gone

       Bugün bu yazımı yazarken tamamen bir parçaya tutsak bırakıldım. Çıksam çıkamıyorum, tutunsam bir yatak başlığına veyahut pencere kenarına, tutunamıyorum elim kalkmıyor. Elim sanki vücut uzvumdan bağımsız zihnime hükmediyor. Tam olarak bu parça tüm vücut sancılarımın enstrümanla buluşup yakındığı, kulakları büyüleyen ve illüzyon niteliğinde bir tını. Ve bazen sessizliğimde bir parçaya dönüşseydim eğer bazen o parça bu parça olurdu.  Demokrasiye aç  koskoca hiçlikler cumhuriyetinde bir tur düzenleseydim eğer arka fon da kesinlikle bu parça olurdu. Beni avcumun içi kadar bildiğim yerden bilmek istediğim bilinmezliğe sürükleyen gezgin bir parça. Gezerken dinlenip kıvrıldığım çekyatın yay seslerinin rahatsız etmeyişi, çekmeyen bir televizyonda karınca sürülerini izlemem ve kutsal dokunuşla iç çekip başka bir mekanda oluşum. Ağız kaslarımın gülmeyi unuttuğu ve benimse öğretecek dahi gücümün olmayışı sahi öğretsem dahi bir şeylerin anlık çok da farklı olmad...

Yap-boz

Bozduktan sonra keşke bozmasaydım hissine kapıldığımız yapboz parçaları... Bozulan ve tekrar birleşmeyi bekleyen, birbirini hiç tanımayan ve sadece bir bütün olarak var olan görsel şölen. Tüm bu bütünlüğün içerisinde ise bazen görsel şölenin kayıp bir parçası olabiliriz. Kaybımızı ise halı altlarında aramaya devam ederler hatta koltuğa sıkıştığımızı bile düşünebilirler. Kayıp yapboz parçaları birleşseydi ortaya yine de görsel bir şölen çıkar mıydı? Ya da insanlar kocaman bir çığlık atarlar mıydı kayıp yapboz parçalarının çaresizliğinde? Görsel şölenin kaybolan eksiklikleri belki de eksik olarak sevmişti bu bütünlüğü. Halı altlarına süpürülmediysek ya da koltuk kenarlarına sıkışmadıysak eğer NEREDEYİZ?  Kurak bir yerlerde bir bütünlük kazanan kayıp parçalar bir ağaç özlemiyle kavrulmuş mudur? Ya da dikmiş olabilir mi kendi ağacını can suyunu vererek ve kaybolmanın hazin mutluluğunu yaşayarak. Kimsesiz ve kurumuş çoraklıkları yalın ayak hissederek boydan boya yürümüşlerdir belki de y...

Şiirsel şeyler 4

ROTASIZ GEMİ Eğer bir gemi limanı olmaksızın, Gidebildiği kadar ilerleseydi rotadan yoksun Soğuk suların derin dalgalarında  En sonunda yorgunluktan bir liman arar mıydı? Ya da rotasının olmayışından, batmaktan korkar mıydı? Mesela denizdeki tüm suların toprağa çekilmesini Çorak bir mahallenin en ücra köşesini talep eder miydi? Bir gemi limanı yokken ve hiç liman tanımamışken Üstelik birde ağır mı ağır demirden oluşmuşken İçindeki Kayıp Atlantis ile sendeler miydi bitkinlikten? Bir gemi belki de dibi görünmez bir boşluğun En net köşesinde, ağırlığından kurtulmak istercesine Rengi belirsiz bulanık suya karışmayı bekleyen  Saf bir kerpiç ile hafifliği arzularcasına Uzuvlarını yeniden yaratmak ister miydi? Rotasını evde unutan bir geminin  Gece ve gündüzü,  fark eder miydi limansızlığında Üstelik tek bildiği serin sulara yelken açmakken Hantal vücudunun ağırlığına hapsolan yakıcı güneş  Soğumaya başladığında ve hiç ısınmadığında Artık gece diyebilir miydi limansızl...