Kayıtlar

Bir tapınağın köşesinde, tek ayak üzerinde beklemek...

          Bazen tercih ettiğimiz doğrular ve yanlışlar bizi bir tapınağın soğuk mermerlerine sürükler. Fakat bu tapınağa hangi konumda gelmiştik yani cezalandırılan mı yoksa ödüllendirilen mi? Cezalandırmanın Antik Dönemi ne de amansız acılarla doludur şimdi, burada bir antik öyküden bahsetmek istiyorum. Laokoon ve Oğulları Vatikan Müzesi'nde yer alan ve Roma kopyası olan bir eserdir. Rhodos okulunun şüphesiz en önemli bu eseri, yaklaşık olarak M.Ö. 2yy’ da yapılmıştır ve vahşetçe bir cezalandırmanın öyküsünü barındırır. Rahip olan Laokoon Troia savaşında Yunanlıların içine gireceği tahta atı kente almamalarını, eğer alırlarsa kentin düşeceğini söyler. Laokoon ve iki oğlu Poseidon ya da Apollon tarafından denizden gönderilen iki yılanla öldürülür. Antik cezanın ete ve kemiğe bürünmüş halini, bir babanın ve evlatlarının ölmeyle bağlantılı çaresizliğini görmekteyiz. İnsanoğlunun çektiği acıları hissettirmesi, anlatmasıyla öne çıkmaktadır. Soğuk bir ...

Zihin üzerine...

          Zihin olarak nitelendirdiğimiz kavram tam olarak neyin nesidir? Yani zihnin bir odası var mıdır ya da birden fazla odanın olduğu villa tarzında bir ev midir? Merdivenlerden inişlerimiz ve çıkışlarımız zihnin doruk noktalarını ya da en alçak noktalarını mı oluşturur? Oh beee zihinde şöylece uzanabileceğimiz bir çekyat da var mıdır? Varsa eylemlerin en güzeli bu olmalıdır. Yoksa zihin yağmur yağdığında tavanı akan rutubet kokulu bir ev midir? Öylesi daha mı içtendir yoksa... Zihin Abidin Dino'nun yapmadığı lakin Amerikalı bir  ressam olan Dianne Dengel'in ise tüm duygularını aktardığı sıcacık bir çorba kaşıklamış hissiyatı yaratan mutluluğun tablosu mudur? Ya da zihin tablodaki o sıcak yatakta uyuyan aileyi izleyen kahve bir tavuk olabilir. Hayata yumurtlamak için gelmiştir ve midesini doyurduktan sonra hep aynı eylemlerde bulunup boş bakışlar sergiler yani burada zihnin amacı sadece var olup bir eylemde bulunması mıdır? Bazen sadece soyut olar...

Norveç Balıkçılarının Yaralı Elleri...

           Hayatımız boyunca insanları tanımaya çalışırız belki de hiç tanımayız veya tanımak istemeyiz. Bazen sadece insanlardan kaçmak isteriz veya insan olmak isteriz ya da insan dahi olmak istemeyiz mutluluğu bir obje olarak varsayarız. Mutluluk sahi nedir? Bir şarabın son yudumunun etkisi altındaki son gülüş müdür veya ilk gülüş müdür? Bazen sadece insan olabilmek ah ne güzel olurdu. İnsanlık o kadar korkunç olabiliyorken içimizdeki Polyanna neden hiç susmaz ve insan kalmaya, olmaya devam et der ki... En büyük sorunumuz Polyanna'ya fırsat verişimizden ve onu susturmaya çalışmamamızdan kaynaklanmaz mıdır? Bazen sadece düşündüğümüz tek şey bir eylemdir veya eylemde bulunmuyor olmamamızın verdiği rahatsızlıkla bu sorundan kaçışımızdır. Sen peki hiç düşündün mü ki kendini susturmayı, Polyanna'yı uyutmayı, insanları susturmayı? Evet bazen düşünmedin bazense kaçtın... Bastırılan duyguların yansıması olan Polyanna sussaydı eğer insanlar da susmayı ahlak bilgi...

Kokuların auralarını hissetmek...

     Bir caddede yürüdüğümüzü düşünüyoruz ve yanımızdan geçen bir uzvun üzerine sinen, hayatımızdaki yaşam kesitlerimizi anımsatan o kokuya rastlıyoruz. Durup koklamak ya da kokusunu sormak bu iki düşünce arasında sıkışıp kalırız. Kokuları güzel yapan gerçekten esansın kalitesi midir yoksa yaşanmışlıklar mıdır? Ortaokulda olduğumuzu varsayalım anne kokusunu andıran öğretmenimizi hep daha çok sevmişizdir. Genelde tatlı kurabiye kokan bu öğretmenlerde bilinçaltımız annemizi veya anne özlemini arar. Kokuların hafızası o kadar geniştir ki bir kokuyu kullanarak deha olma yolunda ilerleyebiliriz. Sadece çalışma odaklı kullanılan bir koku  daha önce öğrenilen ve depolanan hafızadaki  bilgileri bize anımsatır. Bir koku çok derinlere gizlenerek orada yaşamaya devam eder bazen bu kokuyla yeniden çocuk olur ve salıncakta sallanmaya devam ederiz. İşte bir kokuyu güzel yapan şey kendimizi bulduğumuz güzel anılarımızın özlemidir. İşte tam da bu yüzden ilk tanıştığımız insanla...

Ölümün Anlamı Nedir?

     Öncelikle ölüme bir anlam yüklemek gerekli midir? Bu soruyu sorarak yazıma başlamak istedim. Otonom mekanizmasına sahip değiliz ve nefesimiz bir gün tüm canlılarda olduğu gibi sona erecektir. Bazen ölüme hiç anlam yüklemeyiz ölmenin anlamsızlığı deriz buna ya da o an maraton koşucusu oluruz bir anlığına gerçeklerden hızla uzaklaşırız. Ama hep koşamayız ki belirli bir süreden sonra nefes almak isteriz, artık yorulmuşuzdur. Sonra iç ses der ki ölüm var olmak mıdır yoksa yok olmak mı? Bunun cevabını ararken kendimizi Van Gogh’un tuvalinde buluruz. Orada tüm düşüncelerimiz vardır, bastırdığımız ve şekerleme uykusu tadındaki tüm hissettiklerimiz. Bazen boya biter, fırça kırılır ve biz o tuvalin içinde öylece yaşamaya devam ederiz. Boya ve fırça bulamadıkça tuvalin devamını getiremeyip artık yarım bırakırız ve oracıkta öylece kalakalırız. Aslında çıkmak için çabalarız ve hatta kurtulmak isteriz ama nafile seni kimse duyamaz çünkü sen yoksun var olmadın, ne zaman ki çıkmak ...

İçinde yeşeren bir kimlik Athena...

  Merhaba sevgili İnsan… Öncelikle nereden başlasam, kendimi sana nasıl tanıtsam, tüm uygarlıkların bildiği bu kadını sana nasıl takdim etsem bilemedim... Merhaba benim  adıma Yunan dünyasında Athena denildi. Roma dünyasında ise Minerva olarak yaşam buldum fakat insanlar beni yeniden yaratmalarına karşın yazgım aynı kaldı. Biliyorum ki beni bir yerlerden tanıyorsun sevgili insan, bir düşünce yapısında yollarımızın birleştiğine ve sana ebedi bir bilinç sunduğuma inanıyorum. Yüzyıllardır uygarlıklar beni  ben yapan bütün özelliklerimi benimsediler. Belki sen de o uygarlıklar içerisindeydin ve senin de özelliklerin benimsenmişti ve de unuttun sevgili Tanrı veya Tanrıça.      İnsanlar kimliğime, kökenime, bakireliğime ve savaşçılık özelliğime yıllarca sahip çıktılar. Ben kimdim? Ben gerçekten var mıydım? Etten ve kemikten mi ibarettim yoksa insanların beni yarattığı ve kimliğe büründürdüğü bir kadın mıydım? Bilemiyorum galiba bilmek de istemiyorum. Yüzyıllar bo...