Kayıtlar

Çorak bir ülkede KİM olmak

       Zaman ve bellek arasında sıkışıp kalınan, soğuk duvarlı sokratik konuşmaların yerine kıvrıldığı, yüzeysel bir çatışma, ben kimim? Ne olduğunun ve ne olacağının çok bir önem teşkil etmediği, kocaman evren içerisinde bir toz tanesi kadar ufak alanı kaplayan ve hatta gözle görülemeyen bir canlı... Gerçekten canlı mıyız damarlarımız sayesinde  kalbimiz kan pompalamaya bu kadar susamışken sahiden hareket eden bir canlı mıyız? Kalp kan pompalarken, bizim kim olduğumuzu sorgulayışımız gibi, bu  denli yoruluyor mudur acaba. Tüm bu yaşamımda yıllar geçse de bir tarafım bunu hep merak edecek. Tüm bu yaşamımda sabahları aynaya karşı yinelenen ben kimim sorusu, geri kalan yaşamımda cevapsız bir şekilde devam edecek mi?       Kim oluşumuz, kim olmayışımızla karşılaştığı zaman teknik olarak bu sorumuza kısa bir cevap bulmaz mıyız? Fakat her gün kim olmuyoruz, her gün yenileniyoruz. İnsanlara bahsettiğim kendi halindeki detaylarım her gün unutul...

Gaflet, dalalet ve arkeoloji...

Resim
  TÜRKİYE'DE ARKEOLOJİ EĞİTİMİ VE KÜLTÜREL MİRASI KORUMA SORUNLARI               Türkiye gerek bulunmuş olduğu konumundan olsun gerek kültürlerin bırakmış olduğu nesnel zenginlikten olsun arkeoloji dalında oldukça mühim  bir alanı oluşturmaktadır.   Fakat bu zenginlik yapılan çalışmalar neticesinde aslında belki de çorak bir ülkenin yalnızlığı ve kimsesizliğine dönüşmektedir. Arkeolojinin değeri kesinlikle bu olmamalıdır, bazen çok mu fazla duygusal düşünmekteyim diye kendimi sorguluyorum fakat yapılan restorasyon çalışmalarının büyük bir kısmı ciddi anlamda estetik kaygıdan uzak boyutta ve bu durum gerçekten kültürlerin gerçeklikten uzak görselliğini yüzümüze bir tokat gibi çarparak, içler acısı bir kaygı bırakarak lanse edilmekte. Arkeoloji, yılların yaşamış olduğu   birikmişlik, niçin modern çağımızda defalarca köpük kusturulurcasına öldürülmeye devam ediyor? İnsan gerçekten üzülmüyor değil, yıllardır...

Gesaffelstein- Humanity Gone

       Bugün bu yazımı yazarken tamamen bir parçaya tutsak bırakıldım. Çıksam çıkamıyorum, tutunsam bir yatak başlığına veyahut pencere kenarına, tutunamıyorum elim kalkmıyor. Elim sanki vücut uzvumdan bağımsız zihnime hükmediyor. Tam olarak bu parça tüm vücut sancılarımın enstrümanla buluşup yakındığı, kulakları büyüleyen ve illüzyon niteliğinde bir tını. Ve bazen sessizliğimde bir parçaya dönüşseydim eğer bazen o parça bu parça olurdu.  Demokrasiye aç  koskoca hiçlikler cumhuriyetinde bir tur düzenleseydim eğer arka fon da kesinlikle bu parça olurdu. Beni avcumun içi kadar bildiğim yerden bilmek istediğim bilinmezliğe sürükleyen gezgin bir parça. Gezerken dinlenip kıvrıldığım çekyatın yay seslerinin rahatsız etmeyişi, çekmeyen bir televizyonda karınca sürülerini izlemem ve kutsal dokunuşla iç çekip başka bir mekanda oluşum. Ağız kaslarımın gülmeyi unuttuğu ve benimse öğretecek dahi gücümün olmayışı sahi öğretsem dahi bir şeylerin anlık çok da farklı olmad...

Yap-boz

Bozduktan sonra keşke bozmasaydım hissine kapıldığımız yapboz parçaları... Bozulan ve tekrar birleşmeyi bekleyen, birbirini hiç tanımayan ve sadece bir bütün olarak var olan görsel şölen. Tüm bu bütünlüğün içerisinde ise bazen görsel şölenin kayıp bir parçası olabiliriz. Kaybımızı ise halı altlarında aramaya devam ederler hatta koltuğa sıkıştığımızı bile düşünebilirler. Kayıp yapboz parçaları birleşseydi ortaya yine de görsel bir şölen çıkar mıydı? Ya da insanlar kocaman bir çığlık atarlar mıydı kayıp yapboz parçalarının çaresizliğinde? Görsel şölenin kaybolan eksiklikleri belki de eksik olarak sevmişti bu bütünlüğü. Halı altlarına süpürülmediysek ya da koltuk kenarlarına sıkışmadıysak eğer NEREDEYİZ?  Kurak bir yerlerde bir bütünlük kazanan kayıp parçalar bir ağaç özlemiyle kavrulmuş mudur? Ya da dikmiş olabilir mi kendi ağacını can suyunu vererek ve kaybolmanın hazin mutluluğunu yaşayarak. Kimsesiz ve kurumuş çoraklıkları yalın ayak hissederek boydan boya yürümüşlerdir belki de y...

Şiirsel şeyler 4

ROTASIZ GEMİ Eğer bir gemi limanı olmaksızın, Gidebildiği kadar ilerleseydi rotadan yoksun Soğuk suların derin dalgalarında  En sonunda yorgunluktan bir liman arar mıydı? Ya da rotasının olmayışından, batmaktan korkar mıydı? Mesela denizdeki tüm suların toprağa çekilmesini Çorak bir mahallenin en ücra köşesini talep eder miydi? Bir gemi limanı yokken ve hiç liman tanımamışken Üstelik birde ağır mı ağır demirden oluşmuşken İçindeki Kayıp Atlantis ile sendeler miydi bitkinlikten? Bir gemi belki de dibi görünmez bir boşluğun En net köşesinde, ağırlığından kurtulmak istercesine Rengi belirsiz bulanık suya karışmayı bekleyen  Saf bir kerpiç ile hafifliği arzularcasına Uzuvlarını yeniden yaratmak ister miydi? Rotasını evde unutan bir geminin  Gece ve gündüzü,  fark eder miydi limansızlığında Üstelik tek bildiği serin sulara yelken açmakken Hantal vücudunun ağırlığına hapsolan yakıcı güneş  Soğumaya başladığında ve hiç ısınmadığında Artık gece diyebilir miydi limansızl...

Gregor Samsa' yı anlamak...

       Dönüşmek; bedenimizden koşarak uzaklaşmak istediğimizde, başka bir kimliğe ihtiyaç duyduğumuz o anda beliren zorlu kelime ve tarifi olmayan ızdırap dolu durum.  Bir insanın başka bir insana evrilme sebeplerini oluşturan harfler, kelimeler, cümleler Manas Destanı' ndan daha mı uzundur ya da tek cümle ile acılı bir dönüşüm destanı oluşturmaya yeterli midir ?   Bir günün sabahında öylece böceğe dönüşmüş olarak uyanan Gregor Samsa bedeninden koşarak uzaklaşmanın böcek yolunu tercih etmişti. Yaşadığı toplum baskısı sonucunda her şeyden soyutlanmayı istemek onu hasta edip üzerine hamam böceğine dönüştürmüştü. Hamam böceğine baktığımızda, çoğumuzun iğrenerek baktığının hatta varlığına bile katlanamadığının izlenimine kapılmaktayız. Gregor Samsa' nın bu canlıyı seçmesi tabi ki de tesadüf değildi. Yaşanılan tüm bu telaşlar, iş hayatının insanları değiştirmesi onu her şeyden kaçan ve dinlenmek isteyen yorgun bir böcek yapmıştı. Kaçma eyleminin canlı ...

Beklentiler...

     Yaşamımız devam ettiği müddetçe hep bir bekleyiş içerisinde kalma telaşındayız. Evet hep bekliyoruz. Davranışlarımızın terazisindeki ağır basan duygularımız, bir sürünün çobanı gibi bizi yönlendirmeye devam ediyor. Ah beklentiler, ellerimizi üfleyerek ısıttığımız yağmurlu soğuk bir havada otobüsün gelmeyişine ne de çok benzer. Üzerimize yapışan ıslak bir yün kazak, kurumak isteyen örgünün baklava deseni, dinmek bilmeyen yağmur ve gelmeyen otobüs... Gerçekleşmesini çok istediğimiz olaylar ve kurgular zinciri bizi bir binanın en tepesine bırakırlar. Yaşadığımız alana bir de eşyalar yerleştirince evimizden tek farkı çatısızlık ve gerçek gibilik hissi olmaya başlar. O kadar çok bekleriz ki gerçeği ve gerçek olmayanı ayırt etmek gitgide  kumar oynamaya benzer. Kurgularımızın salonunda yer alan kanepeye uzandığımız andaki bitmek bilmeyen gerçek gibilik,  kesinlik ve beklediğimiz duygu durumları, eylemler tıpkı bir çürük yumurta tadında kendini gerçekleştiren keha...