Kayıtlar

Beklentiler...

     Yaşamımız devam ettiği müddetçe hep bir bekleyiş içerisinde kalma telaşındayız. Evet hep bekliyoruz. Davranışlarımızın terazisindeki ağır basan duygularımız, bir sürünün çobanı gibi bizi yönlendirmeye devam ediyor. Ah beklentiler, ellerimizi üfleyerek ısıttığımız yağmurlu soğuk bir havada otobüsün gelmeyişine ne de çok benzer. Üzerimize yapışan ıslak bir yün kazak, kurumak isteyen örgünün baklava deseni, dinmek bilmeyen yağmur ve gelmeyen otobüs... Gerçekleşmesini çok istediğimiz olaylar ve kurgular zinciri bizi bir binanın en tepesine bırakırlar. Yaşadığımız alana bir de eşyalar yerleştirince evimizden tek farkı çatısızlık ve gerçek gibilik hissi olmaya başlar. O kadar çok bekleriz ki gerçeği ve gerçek olmayanı ayırt etmek gitgide  kumar oynamaya benzer. Kurgularımızın salonunda yer alan kanepeye uzandığımız andaki bitmek bilmeyen gerçek gibilik,  kesinlik ve beklediğimiz duygu durumları, eylemler tıpkı bir çürük yumurta tadında kendini gerçekleştiren keha...

Şiirsel Şeyler 3

Bir İnsan.. Gök gürültüsünden ürken bir insan, Sevebilir mi ki artık yağmurun o güzel sesini Gök gürültüsü ve yağmurun birbirini sevdiği gibi Sevebilir mi artık suya doyamayan toprağın kokusunu Bilmek ister mi gök kuşağının muazzam renklerini Gök gürültüsünden ürken bir insan, Bilmek isteseydi o güzel renkleri Belki de hiçbir anlamı kalmazdı gürlemelerin Sevmek isteseydi suya karışan toprağın kokusunu Boyun eğmeksizin bir yağmur damlası olacaktı Rüzgarda savrulan, yeniden şekillenen Toprak hasretinden bitap düşen ve sonunda varacağı yeri bilen Hangi yağmur damlası toprağa karışmayı istemez ki Bazıları istemezmiş,  Yolculukta savrulmaktan, yeniden şekillenmekten Gök gürültüsünden ürken bir insan Varacağı yere varamazken, Yağmurdan sonra gökte beliren renkleri hissetmek istediğinde Anlayacaktır renklerin, gözlerin ardına saklandığını Ve nefessiz kalarak arayacaktır koltuk arkalarında Bulunca aradığını bir zamandan oldukça uzakta Kıyıda, köşede bırakılan, anımsanmaktan uzakta Eşsiz ka...

Şiirsel Şeyler 2

  Evsizlik ve Havva Ana Huzurlu kılınan tüm değerler anadan doğma yok olduğunda Kusura bakma Havva Ana gidiyorum senden bir anlığına Çağırma beni boşuna, bekleme de gelmem artık bu azaba Darağacında hüküm giydirilen duygularımla Yanı başımda hiç ses etme, ipimi kes bir anlığına Havva Ana Kalkamam bundan böyle kusura bakma Havva Ana Kayboldum bu çığlıklarda, hüküm giydirilen duygularımla Nereye gitsem yolların sonu ardı görülmez buğulu bir cam Şahlanamaz mıyım bundan böyle? Evini bulamayan bir kedi miyim yıpranan eskizlerde Al beni Havva Ana, yeni baştan çiz boydan boya Dokunma kısık ateşte demlenen duygularıma Varsın beklemekten acısın, Kalsın hepsi olduğu gibi benliğimin armağanıyla Evimi bulur muyum Havva Ana hürlüğümün okyanusunda Hüznümün kıyısına vuran köpürdükçe köpüren dalgalar Getirir mi huzurlu kıldığım, bırakılan yarılarımı koşarak Nefesi kesilerek, baygın düşercesine geri bana  Getirmezse de küsmem dalgalara, bir bildiği vardır onunda Bitmek bilmeyen gelgitlerin ses...

Şiirsel Şeyler 1

  Aynadaki Bungunluk Ne gariptir insanın, insan olana yaptığı şeyler Kör bir makasın hoyratça bıraktığı izler Paslanmış bir kafesin  çıkmak bilmeyen pas kokusu Maziden silinmeyen hatıraların korkusuzca, arsızca var oluşu Birbirine ne de çok benzeyen bir yaşam olgusu Kuş görse uçmak değil, savaşmak ister İnsan görse kuş gamsız mıdır yoksa cesur mudur der İyisi mi kimseler görmeden, yaşlı bir ağacın gölgesinde Ayrık bir ot olarak, daha önce tanımadığın bir yerde Tanımak var olanı ve varlığı, varlığın ve var olanın ötesinde Kelimelerin dahi eksik kaldığı, dilin tutulduğu bu yerde Şimdilerde konuşamam en derinlerimde Belki de bir kanarya sesinde buluşuruz mazilerde Kuş konuşsun benim yerime, güzel de sesi var hem gücü de yerinde Dilin tutulduğu bu yerde, kimse olmaksızın susuyorum şimdilerde Kimse olmaksızın, kimsesizliğimde  Brütüs' ün acılı hançerinin keskin gölgesinde, kanayamayan Aynı zamanda da kansızlıktan halsiz düşen, ayağa kalkamayan  Sahi ne için tüm bu hançerl...

Re-cordis

 Tüm duygu ve düşünceler, kuzey kutbunun en ücra köşesinde sıcaktan kavrulan bir şezlonga rastlamak gibi zıt kavramlılar. Bir tutam buz aldıktan sonra tek ihtiyacı olanı ona vermeyip, şezlong sıcaktan kavrulurken oldukça soğuk olan buzların üzerine uzanıp ne kadar buz ne kadar şezlong olduğumu düşünüyorum. O şezlongu oracıkta bırakmayacağım biraz serinledikten sonra buz gibi arpa suyuna hayır demeyecektir. Eğer varlığımın birazı buz ise birazı da kavrulmuş plastik bir şezlongdur bunu biliyorum ve o halde şezlongu tanıyorum. Elimi uzatıp dokunduğum anda Dante' nin İlahi Komedya' sı eşliğinde bu sıcaklığın daha önceden duyularım tarafından algılanıp hissedildiğini hatırlıyorum. Soluk, kavrulan, dili olmayan şezlongdan hemen sonra bir kesit yankılanıyor ''Geçmişteki mutluluğu anımsamak kadar büyük acı yoktur '' Bunu nasıl yapabiliyor? Dili olmayan bir şezlong altı çizili cümlelerimi nereden biliyor. Onu susturmak istiyorum bu şezlongun beni gerçekten tanıyor olması...

Huzursuzluk ve Mutluluk Algoritması...

 Birbirinden bağımsız olan olan huzursuzluk ve mutluluk kelimeleri, geçici anların içine sıkışan  duygu durumlarıdır. Geçip giden anların vermiş olduğu huzursuzluk ve mutluluk, hangi yoldan gitmişsek onun sonucu oluşan kavramlardır. En büyük ortak noktaları ise kalıcı olmamalarıdır. Göçmen bir kuş gibi belirli anlarda giderler ve sonra yok olurlar. Sıklıkla ben mutlu değilim cümlesini tekrarlar dururuz işte o anda yerini aratmayan huzursuzluk kapımızı çalmıştır. Kapılarımızı huzursuzluğa açtığımız zaman, gidecek olduğunu çoktan biliriz. Mutlu olamama düşüncesinin de geçici olduğunun bilincindeyken mutluluğu gözler dururuz. Tüm bu duygu durumlarının geçici olduğu kavramların arasında keşke kavanoza mutlu anlarımızı saklayabilseydik. Böylelikle ne zaman ki mutluluk uçup gitti, raflara dizilen mutlu kavanozlar bizimle kalırdı. Şimdi ise geriye kalan huzursuzluğun gitmesini beklerken onu hiç tanımak istemeyiz. Mutluluğun gitmesine o kadar içerleriz ki huzursuzluğu sorgulamayı unut...

Yaşamın Anlamı Nedir?

      Bazen dışarıdan seyirci kaldığımız bazen ise baş rolünü paylaştığımız nefesler silsilesi. Biz olsak da olmasak da öylece var olan, zaman kapanına kısmayan gece ve gündüzü içerisinde barındıran her sabah yeniden doğan yaşam, koskoca yaşanılan an. Yaşamı simgesel bir varlık boyutuna katarsak eğer yaşlı ve kocaman bir ağaç ne de iyi giderdi. Belki de hiç unutamadığımız anımızı yaşam kesitlerimizin merkezine koyuşumuzun duygusu yaşamı anlamlı kılmaktır. Bir balık suda meraklı bir şekilde insanlara bakıp zıplarken, sıçrattığı su damlalarının bir çocuğun elinde belirmesiyle beraber kahkaha dolu gülüşler ve tüm bu duyguların nicesi, masum olanları yaşamın tatlandırıcıları... Yaşanılan anlara  bir anlam yüklerken, sinematik bir bakış açısıyla, siyah beyaz bir filmde Charlie Chaplin esintilerini yakalayabiliriz. Renklerin olmadığı dolayısıyla bir anlam arayışı güdülmesine gerek kalmadığı kara bir yaşam. Hayatımıza renk gelsin demenin farklı bir boyutu, sonunda repl...