YANLIŞ YAPMAKTAN KORKAN İNSAN

    Bazen bize öyle bir karar vermemiz istenir ki neredeyse çoğu fikir doğru neredeyse bir yarısı yanlış ya da doğru bildiklerimiz yanlış, yanlış bildiklerimiz ise doğru gelir. Hayatımızın gidişatını belirleyen kararları tüm bu kararsızlık içinde vermemiz istenilince kimi zaman başkasının kararına kendi kararımız gibi adapte olup kabullenmeye çalışırız. Bu hiç alışık olmadığımız duygu durumu giderek aidiyat duygusunun yerini almaya başlayınca koca bir kaosun içinde kararsızca kalakalırız. Aidiyat duygusu ve bir bağ arayışı içerisinde kendimizle özdeşleştirememe gibi sorunlarla başa çıkmaya  çalışırız. Tüm bunlar olurken bir süre sonra duygularımız, fark etmeden en yüksekten hiçe evriliyor ve öylece bakakalıyoruz eski olduğumuz kişiye, öylece orada kalsın istiyoruz, kararsızlığımızda. Ne gariptir ki o süreçte yanlış gelen her korkunun bedeni şimdi daha doğru geliyor ya da ne gariptir ki aksi iddia edilemez derecedeki doğrular bir o kadar yanlış geliyor. Doğru ya da yanlış,  korku ve cesaretle bağlantılı olarak yaşanılan içsel duygu durumlarının yansımaları olduğuna göre, her doğru ve her yanlış için farklı bir kişi olmaz mıyız?  Mesela bir gün o kadar cesaretliyizdir ki bir aslanın yanında titremeden ayakta kalabiliriz, mesela bir gün öyle korkarız ki bir daha rüya dahi görmek istemeyiz, gerçeklikten öyle korkmuşuzdur ki gözlerimizi kapattığımızda ve de açtığımızda bizi kovalayan olaylar silsilesini aklımızda betimlemek istemeyiz. Hiç olmasın isteriz, hiç yaşanmamış olsun, bir daha yaşanmasın. Geriye kalan tüm hayatımızı bu korku şekillendirir. Artık korku kükreyen bir aslanken biz de ayakları titreyen ve birbirine dolanan bir insan oluruz. Aslana iki adım atsak sanki bizi anında devirecek hissine kapılırken, iki adım uzaklaşsak daha da sinirlenecek hissine kapılırız. Şimdi o kadar kararsızız ki  sinirli bir aslanın gölgesinde. Korku halinde olan bir insanın netsizliği ya da net oluşu istenilenin ne derece içinde ya da dışında hiçbir zaman bilemeyiz.  Üzüntü ya da bolca sevinç korku tüm bunları görünmez kılarken asıl gerçekliği yitirip gideriz. Ve bir gün o kadar cesaretliyizdir ki aslanla beraber kükremeye başlarız, o kadar güçlüyüzdür ki aslandan hiç mi hiç korkmayız. İki adım ilerisi ve de iki adım gerisi bizi hiç korkutmaz çünkü kendi isteğimizle ordayızdır ve kendi kararlarımızla bir yola çıkmışızdır. Ve bir tarafımız korkunun yinelenen bir duygu olduğunu ve sürekli ardıllarının geleceğini hep bilir ve bu kavrama yer vermez.

    Ne kadar çok istediğimizi düşünsek de bazen istediğimizi sandığımızı istemeyebiliriz, ya da o kadar çok isteriz ki işte bu yüzden istemiyorum deriz. İstediğimize sahip olunca hep son düşüncesi bize egemen olur. Ve bu savaş başlamadan biz zaten yenik düşeriz sırf bu yüzden istemiyorum deriz. Öylece kalsın kalmakta olan ve öylece orada bırakırız tüm isteklerimizi. Günler geçer aylar geçer ve bir gün bir şarkı çalar ya da bir renk skalası görüp hatırlarız tüm isteklerimizi aslında ne kadar da istediğimizi. Zaman aşımına uğrayan tüm o güzel şeyler bazen bıraktığın gibi  kalmazlar. Şuan ki doğrumuzla yanlış verilen kararların geride bıraktığı tüm istenilenler de eminim başka bir doğrunun ya da yanlışın esiri olmuşlardır ya da bir tarafları hep korkularıyla verdikleri mücadeleden yorgun düşmüştür. Artık bir beklentinin kölesi olup  duyguları sürgün yememiştir. Artık belki de hiç üzülmek istemezler ve belki de bu korkunç olabilir fakat hiç üzülmüyor da olabilirler. Bazen insan o kadar çok üzülmüştür ki artık üzülemez, hatta arada kalbini yoklar artık taş mı kesildi diye. Artık üzüldüğü tüm olaylar ona saçma gelir çünkü kendince en büyüğünü yaşamıştır, daha büyüğünü görene dek hiç üzülemez. 

    Kaybetme korkusu nedir diye sokağa çıkıp sorsak eminim ki ufacık çocukların bile bu hayatta kaybetmekten korktuğu için şuanını etkilediği bir sürü kişi, nesne, obje vb. örnekler vardır. Kimi zaman anksiyetemizi azdıran ve onu yaşatmaya devam ettiren bu korku, korkuların en illetidir. Aksi durumda ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Kaybetmektense kazanmak da cazip gelmez artık. Kazanırsak eğer bir gün kaybedebileceğimiz düşüncesi gelirken, hiç hareket etmezsek öylece kalacağına inanırız. Zamanın değiştireceğini göz ardı ederek, hiç kazanmak istemeyiz. İnandığımız gerçeklikten oldukça uzakta olan bu düşünce bize hiç hoş gelmez çünkü bazen gerçekten korkak olmak isteriz, kaybetmekten korktuğumuzda. Kaybetmekten  korktuklarımızın değişimlerini gözlerimizle izlediğimizde, gözlerimizde kusur buluruz çünkü inandığımız gerçekliğin bu olmasını isteriz. Fakat bazen öyle bir unuturuz ki toprağa dikilen, sulanılan, sevilen bir çiçeğin bile bir gün güneşinin yetersiz geleceğini, öyle bir unuturuz ki her şeyin sonu olduğunu asla görmek istemeyiz. ''Son'' kelimesi insana kendini o kadar kötü hissettirir ki hep aynı kalacağına inandıklarımızın bir sonu oluşunu izlemek... Tavada kalan son sucuk, parfüm şişesinin son fıskısı, bir kitabın son sayfası, sevdiğimiz bir şarkının son cümlesi, duyu organımızla kavradığımız tüm sonlar bize kendimizi buruk hissettirir. Sırf bu yüzden bazılarımız sevdiğimiz bir kitabı hiç bitirmez ve ben de o bazılarının içindeyim :) Sırf bu yüzden içimizdeki o koca ukte burukluğa dönüşmesin diye, bıraktığın gibi bulma ümidiyle hiç vedalaşmak istemeyiz... 

İşte Senin İçin Bir Şarkı: Almora-Ay Işığı Savaşçısı


Yorumlar

  1. Öyle ki zaman zaman atmamız gereken adımlar; tepedeki güneşin varlığı gibi nesnel, kimi zaman kör bir göz gibi muamma ve bazı zamanlar ise inkarcılar gibi gerçeğin aksine koca bir yanılsamadan ibaret yalandan adımlar. Ve doğru adımlara ulaşım böylesine zor iken bozuk ve çamurlu yolların seni zorluğa sürükleyişi ise isyan. İşte elimizde olmayan çukurlu ve çamurlu yolların varış noktasını da bu yolun yarıkları belirliyor. Zira tekerleğimiz bu yarığa kurtulunamaz bir derecede saplanmış ve yola ait, bir parçası olmuş bile. İşte böylesine hapsolmuşken eski özgür, hür yolları özlüyor ve hasretinde bu mecburi yolu ilerlemeye ne yazık ki devam ediyoruz. Ne yazık ki hür yolların rahatsız tümsekleri artık özlem sebebi ve ne yazık ki güzel yolar şurada dursun; normal, özgür, basit bir taş yol dahi gözümüzde tütüyor. Saplanmışız bir batağa. Peki aslımız; özgür bir yolda şoför koltuğunda yarığa saplanmış, bir tren misali yalnızca tek düze bir ray gibi mahkûm olan ben miyim? Yoksa yollarda özgürce yol alan ben mi? Her iki senaryoda da sürücü biz fakat biri özgür diğeri mahkûm. Bu durumda hiç bu iki kişi, aynı kişi olabilir mi?

    YanıtlaSil
  2. Belki öyle bir cesaretliyiz ki Dorothy gibi o aslanı azarlayabilir ve haddini bildirebilir ona doğru yolu gösterebiliriz. Ve öyle bir korkmuşuzdur ki rüya dahi olamaz gerçekliğinde kendimizi Oz ülkesinde bulabiliriz, ayaklarımızda bir çift gümüş ayakkabılar ile. Ve bir gün gözlerimizi açtığımızda gerçek olması için tanrılara dua ederken Zümrüt kentin parıltılı atmosferi betimlenir aklımızda.

    YanıtlaSil
  3. Keşke sonuz olsaydı bu rüya, öyle ya perileri başka nerede görebilirdik? Kim söylese inanırdım perilerin maviye çalan zümrüt gözeri olduğunu? Görmeseydim eğer.
    Şimdi korkak bir aslan ile bu periye bir adım yaklaşırken, bir diğer ayağımız ötekinden önce, iki adım geriye gider. İşte kararsız korku, periye büyülü bir dokunuşun ne kadar uzak olduğunu; bizim hükmedemediğimiz ayaklarımız, bizden bağımsız hareketleri ile bize anlatıyordu. Ormanların kralı sözde (!) Gölgesi ancak adımlarıma yol oluyor. Biz aslında cesaret doluyken, bizim referansımız aslan dahi korkak kalıyor ise bu büyüde, cesaretten daha fazlası gerekli. Burada cesaretten söz edilmesi dahi boşa. Zira bir çocuktu cesaret, aslana bağıran bir çocuk. Ve yine bir korkaklıktı fareler sayesinde kurtulmayı bekleyen aslanın çaresizliği. Bir gün öyle cesaretli ki nehirleri aşar perisi için, kimi zaman öyle korkak ki ona hiç kimse sarılmamış ya, sarılmayı saldırı zanneder.

    YanıtlaSil
  4. Bazı zamanlar gittiğimiz bu yolda yalnızca biz yürüyoruz diye bu yolu biz seçtik sanırız. Kimse bir tekerleğin ray misali bir yarığı sonsuza kadar takip ettiğini, yani aslında bir küreklik işi olan bir yarığa mahkum olduğunun farkında olamadan ilerler bu yolda. Biz fark etmesekte bu yolun yolcusuyuz kimimiz özgür kimimiz tutsak. Ben ise gerçeği görmek istemeyen inkarcı, tercihen bir kör.

    YanıtlaSil
  5. İnsan, o en çok istediği şey için kendi dünyasını öylesine derin kazıyor ki. Yarattığı tek şey hedefinin mezarı. İnsan, o en çok istediği şey için öylesine göklere yükseliyor ki. İlk depremde en dibe, en yere çakılıyor. Asla başladığı noktaya dönüş olmaz. Başladığında kimse kırık kemikler ve parçalanmış bedeni ile başlamadı.

    YanıtlaSil
  6. Belki yıl olmuş. İnsan hala içindeki en derin noktaya ulaşmayı, insan hala en göklerdeki amacına ulaşmayı aklından çıkaramıyor. Ve anlıyor zaman onun mezarını bir hayal kafesi; ve anlıyor zaman ona gökyüzüne baktırdıkça ne de çok yıldızın varlığını gösterdiğini. Ne mezar ilk zamanki gibi ne gökyüzü. Mezarda çiçekler yeşermiş, gökyüzü yıldızlar ile dolmuş, bahar gelmiş. İnsan anlıyor bir zamanlardaki acelesinin ne kadar faydasız olduğunu, mevsimler sonrası açan çiçekte ve kış sonrası açık gökyüzündeki yıldızları seyrederken.

    YanıtlaSil
  7. Yaşar Kemal’in dediği gibi “ İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez. ” İşte bu da bir yokuşu hızlı koşan bir çocuğun, artık o yokuş için ter dökmemesi gerektiğini anladığı nokta. Sonunda elbette ki ışıltılı olacak. Artık savaşın anlamsızlığı keşfedilmiş çocuk için, sokak ile savaşılmaz. Hiç bir balık deniz ile savaşır mı? Artık üzülmeye değmez; çünkü belki evren yeninden kayar, kimileri göğüs kafesinde milim kaymaz. Elbette ki bir gülümsemesi ile bağlanmadı ya bir hüzün onu silip alsın ondan. Çocuk bilir anlar, bu yolda savaşmak aptalca. Yolumuz çiçekli ve yolun sonu hep ışıltılı denizin en yüksekten manzarasına çıkıyor. Artık bir mevsim de bekler çiçekleri görmek için, bir baharı daha sabreder yıldızlara hayranlık duymak için. Bilmek lazım gökyüzü her yerde mavi, önemli olan kimin ile seyrettiği mucizeyi. Döktüğü terler belki de asla dökmeyeceği kadar çoktu ve sondu. Çocuk gibi ya temennimiz yolumuz hep çiçekli olsun.

    YanıtlaSil
  8. Kaybetmek; umudun yok olduğu bir distopyada bu tekerleğin yarıktan, rayından ayrılıp da özgürlüğe kavuşmasının bile hayalini edememek. Umutsuzluk; bu yarığın umutsuzluk çukuru olduğunu anlamak. Umut; çukurdan kişiyi kurtarıp da bir tenekenin dahi kalbi olabileceğine ikna etmek.

    YanıtlaSil
  9. Harekete geçersek yine kaybedeceğimizin korkusundan çok “ cesaret ” kaybettiğinden ders alıp daha güçlü ayağa kalmak. Ve savaşmadan kazanmak için yalnızca elini uzatmak düşene. Evet evrenin en güzel kitabının sonu, belki abartarak şöyle, gözyaşlarıyla mesela kutlanmalı? Ardından daha güzelini okumak, yazmak, yaşamak için tekrardan rafları aralamalı. Belki de daha güzeli, buruşturulup atılmış bir kağıt parçasında yazılı. İşte bir son yazılacak ise ancak ve ancak daha iyisinin başlangıcı için bu sayfanın sonu yazılmalı. Korkmadan bir kaderi kapatıp, yolları çiçekli bir kaderin başlangıcı için son yazılmalı. Tanrılar bile bir yenisinin daha iyi olacağını bildiği için kendi sonunu getirmedi mi? Tanrılardan daha iyi biliyor olamam. Belki çok önceleri yaşanan bir son, yazılı olmayan bir tarihteki bir başlangıç için alınan hüzünlü bir karardı. Kimse hayalini yaşamadan gitmemeli. Ukdeler çiçekli yollarınızdan daha yakın ve yaşanılası olması dileğimle.

    Laura Marling - What He Wrote
    Nilipek - Gömülür

    :)

    YanıtlaSil
  10. Blogspot sağ olsun anca böyle izin veriyor, her paragraf bir yorum oldu artık :)

    YanıtlaSil
  11. Bu yazıyı okumak o kadar güzeldi kiiii!
    Tanrılar bile bir yenisinin daha iyi olacağını bildiği için kendi sonunu getirmedi mi?
    Belki de yoruldular hatta o kadar yoruldular ki muhtemelen uykuya dalıp yok oldular kimi zaman.. Çiçekli olan tüm yolları kendin çiçeklendirmelisin maalesef ve sanki bazı zamanlar doğru mevsim değil. Geç kalmak ya da kalmamak buna inancım yok olacak olan zaten olacaktır bilincindeyim 🌸 Parçalar için ayrıca teşekkür ederim 🙏

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EĞER SEN DE ROMA SERAMİKLERİNE HAYRANSAN...

Heykeltraş Polyromarchos ve Antik Heykeltraşçılığa Katkısı

UKDELERİMİN İSTİKRARI