Yaşamın Anlamı Nedir?

     Bazen dışarıdan seyirci kaldığımız bazen ise baş rolünü paylaştığımız nefesler silsilesi. Biz olsak da olmasak da öylece var olan, zaman kapanına kısmayan gece ve gündüzü içerisinde barındıran her sabah yeniden doğan yaşam, koskoca yaşanılan an. Yaşamı simgesel bir varlık boyutuna katarsak eğer yaşlı ve kocaman bir ağaç ne de iyi giderdi. Belki de hiç unutamadığımız anımızı yaşam kesitlerimizin merkezine koyuşumuzun duygusu yaşamı anlamlı kılmaktır. Bir balık suda meraklı bir şekilde insanlara bakıp zıplarken, sıçrattığı su damlalarının bir çocuğun elinde belirmesiyle beraber kahkaha dolu gülüşler ve tüm bu duyguların nicesi, masum olanları yaşamın tatlandırıcıları... Yaşanılan anlara  bir anlam yüklerken, sinematik bir bakış açısıyla, siyah beyaz bir filmde Charlie Chaplin esintilerini yakalayabiliriz. Renklerin olmadığı dolayısıyla bir anlam arayışı güdülmesine gerek kalmadığı kara bir yaşam. Hayatımıza renk gelsin demenin farklı bir boyutu, sonunda replikleri ezberlediğimiz o an, yaşam... 

    Yaşamsal faaliyetlerimizi sürdürürken, yaşamakta olduğumuz bu ana, yaşama ne de çok anlam yükleme telaşındayız. O kadar çok anlam yüklüyoruz ki, bunları gerçekleştirirken bambaşka bir kişiliğe bürünüyoruz. Bazen çok gülmeli bazense gülmeli ya da oturup öylece ağlamalı. Yani ne yapmalı? Herkes kendi anlamına olmakta olduğu gibi, ham olarak sahip mi çıkmalı? Ya da anlamsızlıklarla çevrili bu evrende bir koltuğun arkasına saklanıp hiç çıkmamalı mı? Yani orada mı yaşamalı? Ne anlamı var ki yaşam ve yaşanılan an bozuk bir saat gibi durup bizi beklemiyor belki de bizi hiç tanımıyor. Herkesin zihninde ve kalbinde barınan hiç eskimeyen, ve hatta saklanmamızın mümkün kılındığı bir koltuğu vardır. Sobelenmek istenmeyen, oyun bitse dahi sığınağını terk etmek istemeyen, ufak çaplı talihsizlikle orada kendini bulan fakat oyunun vermiş olduğu albeni ile ellerini dizine bağlayıp, bekleyen ve sadece bekleyen...  İşte kimilerine göre ise yaşanılan anların anlamı beklemektir ve şu anlarımızın dahi gidecek durağını bilememektir. Sevgiyi, sevmeyi, gülmeyi veya hiç bilmediğimiz duyguların yok oluşunu, var oluşunu beklemek. Şu anlarımızı yok eden hazin bekleyişler, belki de anımızın anlam odağıdır. Ludovico tekniğine maruz kalınmış gibi hayatımızda, bize haz veren bütün duygularımızın kocaman bir el tarafından çekip alındığını  hissederiz. Ne bakmak, ne görmek istemeyiz ve midemizi kaldıran bu bekleyiş sırf bir anlam yükleme çatışmasından kaynaklanır. Hal böyle olunca bu tekniğe maruz kalan insanın normal hayatına devam edebilme kapasitesinin ne kadar zor olduğunu Otomatik Portakal kitabını okuyanlar çok iyi bileceklerdir. Aslında yaşamın anlamı, bir heykeli kendi ellerimizle şekillendirmeye benzer. Uzuvları, hareketi, duruşu ve daha birçok zanaatkarlık becerisini bir atölyeye sunarız. Benliğimizi adadığımız eserimiz ıssızlığından kurtularak bir kalabalığa karışır ve tüm insanlar bu esere bir anlam yorarlar. Sanatla harmanlanan kendini buluşun, bulmak isteyişin eseri..

    Beğeni kaygısı gütmeksizin oluşturulan ve ham olarak var olan bu eser, anlamların en güzelidir. Yeniden doğmanın ve yeniden ölmenin hikayesi, başlangıcı ve sonu olmayan ebedi bir bilinç. Kimileri için ise yaşamın anlamı, Auschwitz toplama kampı hissiyatı yaratan anılarının artakalanıdır. İlerlemek zorunda hissedenlerin umut yazıp pantolonunun cebine koymasının ardından, yaşam isteği solduğunda pantolonunu yokladığı o an, yaşam... En sevdiğimiz tınıları duymak istediğimiz andaki kırık plağımızın olduğunu anımsayışımızın hüznü, en sevdiğimiz şekerlemenin tadını aldığımız o an, uzun zamandır dilediğimiz bekleyişlerimizin gerçekleştiği o andaki burun sızısı, farklı kişiler tarafından çizilen kitap satırlarının içinde uyuyan bungunluk ve daha birçokları... Farklı pencerelerin duyguları ve yaşam kesitleri. Sıklıkla renkli hayatların ve renksiz hayatların birbirlerini anlamadığı yaşamda lisanını bilmediğimiz ıssız bir yere kaçma isteğiyle uyuyup, uyanırız. Birebir renkleri görüp hayatına almasını beklemediğimiz renksizlik, bilinmezlik, ve kalp kırıklıkları. Renkleri görmesini sağlayamadığımız fakat bizde hangi duyguları uyandırdığını dile getirdiğimiz belki de çok istediğimiz halde renklerin anlamlarını hiç dile getiremediğimiz o an... Renksizlik bir rengin varlığından yoksun halde soyutlaşan bir kalıp olarak hür kılınırken, lisan kavramının dahi olmadığı bir yerlerde uyanmak isteriz. Tek dileğimiz bütün bunların bir rüya oluşudur. Sonunda rüyalardan da kaçamayıp içimizdeki renkleri tanıtma isteği ile farklı pencerelerin renk duygusu ile kalakalırız Perdemizi aralayıp odamızı aydınlattığımız an ve yaşam, güneş görmeyen odanın güneşle buluştuğu an işte tüm bunlar yaşanılan bir an. Cebimizi yoklayıp yaşamaya devam ederiz. Somutlaşan ve soyutlaşan kavramlarımız ile beğeni kaygısı gütmeksizin heykelimize bir detay daha ekleriz. Yaşam ve yaşadıklarımıza kazandırdığımız boyutlarla beraber uyumaya ve uyanmaya devam ederiz. Bitmek bilmeyen döngülerimiz ve biz hep anlam arama telaşı içerisinde yüzmeye devam ederiz. Kahkahalar ve göz yaşları ile geriye bıraktığımız anları tercüme ederiz. Bir çocuk, bir genç, bir yetişkin ve bazen ise memnuniyetsiz bir yaşlı olarak. Böylece yaşamın anlamına bir kez daha yaklaşmış oluruz...

İşte senin için yaşanılan anlara arka fon: Mathew Roth- Slow loss 

 

Yorumlar

  1. Günlerdir süren aksiliklerin ardından, tekrardan buradayım.
    Bu yazıyı diğerleri ile bir tutup öyle kısa bir kaç cümle, birkaç çıkarım ile üzerini kapatmak istemiyorum.
    "Yaşamın Anlamı" benim uzuuun zamandır üzerine yazmak istediğim fakat ilham perilerinin ziyaret takvimlerini anlayamayışımdan ve onları bir türlü köşeye kıstıramayaşımdan, halsizlikten, ıvırdan, zıvırdan.
    Bahaneler tükenmez.
    Yazamamıştım.
    Ama sözüm olsun, yzımı bitirir bitirmez ilk sana yollayacağım. Çünkü nerde başladı, hangi cümlende geldi bu periler bilmiyorum ama senin yazındı, haklı kazancın. Teşekkür ederim.

    Yaşamın bir anlamı var mıdır bilemem, gerçekten. Ama yaşamımın son dakikalarını yaşıyor olsaydım eğer ( ki umarım bu anı bilmeden yaşarım ) bir sigara yakıp kadehimden son yudumlarımı alırken, gecenin en karanlık anında yıldızları seyrederken şu şarkıyı dinlemek isterdim, bundan eminim.
    Işıl German - Aşkın Kederi

    :)

    YanıtlaSil
  2. Öncelikle merhaba... İnan yazıyor olduğunu bilmek sevindirici ve böyle bir teklifte bulunuyor olman çok ince, çok mutlu oldum okumak için sabırsızlıkla bekliyorum. Işıl German esintisi bırakmana memnun oldum farklı zamanlarda kendimi dinlerken bulduğum bir parçadır kendileri, ayrıdır, özeldir... Teşekkür edip, utanmıyor musun bu kadar güzel söylemeye diye mırıldanırken aynı parçayı sana da gönderiyorum... Cem Adrian - Duydum ki unutmuşsun :) Bu adamın sesi ufak çaplı bir cennet gezintisi olabilir :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence herkes birşeyler yazıyor, yalnızca kağıda dökmüyorlar. Biz bir adım öndeyiz galiba :)

      Yazımı bitirdim yolladım, yorumunu dört gözle bekliyorum.

      Ben bu güzel parçayı Emel Sayın'dan tanımıştım haladır ki ihanet edemem kendilerine, kusurum olsun :)

      Sil
    2. Onun yeri ayrı ama bu da hoş:) tamamdır:)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EĞER SEN DE ROMA SERAMİKLERİNE HAYRANSAN...

Heykeltraş Polyromarchos ve Antik Heykeltraşçılığa Katkısı

UKDELERİMİN İSTİKRARI