Ölümün Anlamı Nedir?
Öncelikle ölüme bir anlam yüklemek gerekli midir? Bu soruyu sorarak yazıma başlamak istedim. Otonom mekanizmasına sahip değiliz ve nefesimiz bir gün tüm canlılarda olduğu gibi sona erecektir. Bazen ölüme hiç anlam yüklemeyiz ölmenin anlamsızlığı deriz buna ya da o an maraton koşucusu oluruz bir anlığına gerçeklerden hızla uzaklaşırız. Ama hep koşamayız ki belirli bir süreden sonra nefes almak isteriz, artık yorulmuşuzdur. Sonra iç ses der ki ölüm var olmak mıdır yoksa yok olmak mı? Bunun cevabını ararken kendimizi Van Gogh’un tuvalinde buluruz. Orada tüm düşüncelerimiz vardır, bastırdığımız ve şekerleme uykusu tadındaki tüm hissettiklerimiz. Bazen boya biter, fırça kırılır ve biz o tuvalin içinde öylece yaşamaya devam ederiz. Boya ve fırça bulamadıkça tuvalin devamını getiremeyip artık yarım bırakırız ve oracıkta öylece kalakalırız. Aslında çıkmak için çabalarız ve hatta kurtulmak isteriz ama nafile seni kimse duyamaz çünkü sen yoksun var olmadın, ne zaman ki çıkmak istedin ve çarelerin tükendi kalbin artık atmıyor işte o zaman var oldun…
Yoksa ölmek ben buradayım demenin fiziksel yöntemi midir? Van Gogh’un öldükten sonra tanınması ve sanat galerilerini süsleyip evlere misafir olması gibi… Bazen bıraktığımız izler bizi biz yapan şeylerdir ve her şey bittikten sonra sözde biz otonom olmayan insanlar ölen insanı değerli kılarız. Manevi açıdan ben buradayım varım diyebiliriz, kimilerine göre burada ortaya ruh kavramı girer, kimileri ise anında bir kızılderili olur ve ruh zaten vardır, var olandır der. Peki son nefes nedir aslında gerçekten son nefes midir? Her şey nefesle başlar hatta bunun için hayatın ilk darbesini doğum esnasında alırız. Son nefesini vereceğini bilen insanın tek bir nefes için veremeyeceği hiçbir şey yoktur diye düşünmekteyim. Hayat boyunca korkularımız nefesimizle dans eder ve artık partner değiştirmek ister ardından ölüme der ki bu dansı bana lütfeder misiniz? İşte belki de ölüm son akşam yemeği eserinin duygularını taşıyan, alkışlara boğulan bir son danstır. Yorulmuşuzdur artık ölmek zamanı gelmiştir, ölmek zamanı mı yoksa yaşamak zamanı mı diye ilk çığlığımızı atarız doğum esnasında belki kim bilir, bunu Edvard Munch’a sormak daha sağlıklı sanırım lakin ne yazık ki o da ölü ya da hücreleri başka bir canlıya veya kişiye kapılarını açmıştır…
Yoksa ölüm doğmadan önceki yerimiz midir? Buradaki doğmadan önceki yerimizi ev diye kalıplaştırmak istiyorum, kıvrılıp uyumalık, dumanı tüten ve sobanın üzerindeki kestane kokularının tüm odaya yayıldığı bir ev. Teknik olarak ilk nefesimizi dünyaya haykırdırdığımız anda zaten ölmüşüzdür. Doğmak ağıtı ve ölmek ağıtı diye iki gruba ayırırsak özet olarak ikisinde de ağlamışızdır. Peki öleceğimiz anı anladığımızda tüm değerlerin ve değerli kıldıklarımızın önünden göçerken yanaktan süzülen yaş neyi ifade eder? Tamamen ev özleminin trajedisini canlandıran bu gözyaşı tıpkı Shakespeare’in Hamlet’i gibi acı vericidir ve böylece yaşama koca bir trajedi tiyatrosu diyebiliriz. Artık o kan kırmızısı perdeler kapanmıştır ve sahne tozunu üzerimizden öylece silkeleyip bir kese kestane alıp evimize döneriz ve tekrar var olmayı bekleriz… Tekrar var olmak da ölmek midir? Somut ve soyut olmak üzere iki gruba ayırırsak, somut olarak da ölebiliriz. Biz ölüm kavramını hep üzerimize ölü toprağı denilen normal topraktan tek farkı mezarda olan toprağın serpilişiyle ve tınısıyla anımsadık. Bir filmde anımsadık, bir yakınımızda anımsadık, belki de oradaki bizdik. Bazen insan hiç yaşamak istemez, bu cümleyi insan ne ile yaşar kitabında çok aramıştım ve Tolstoy haklıydı sevgi insanın yaşaması için yeterli sebep olabiliyordu. Sevgi diye nitelendirdiğim bu besin kaynağı azaldığında ve artık vücudumuzun dolaşım sistemi çökmeye başladığında işte tam da bu esnada insanın nevrotik sancıları başlar artık hiç mi hiç yaşamak istemez ve bir kelebek gibi ölmek zamanı gelmiştir. Somut olarak var olan lakin kanatları hükümsüz kılınan insanın ölüşü ne de acıdır. Bu insan çoktan ölüm yasını bestelemiştir. İnsan kendi yasını da besteler, kendi yasını da tutabilir, anlamlı kıldığı bu yaşamın tek anlamının ölüm olduğunu düşünür. Bizler ise mezarına çiçekler dikeriz yası bastırmak için oysa duyarız, Mozart’ın Requiem’ini ve aldırmayız çiçekleri sulamaya devam ederiz. Soyut olarak var olmak ise tamamen vücudumuzun soğuduğu yok olduğu ve belirli zaman sonra morarıp üstelik bir de kokup çürümeye başlayıp yok olduktan sonra ruhumuzun tek başına kalmasıdır. Şimdi ölmenin anlamı nedir? Artık tek başına kalan ruh hiç nal takılmamış bir vahşi at gibi yabana koşturmaya başlar, rüzgar o kadar güzeldir ki yelelerinin havalanışı hoşuna gider ve daha fazla koşmak ister ama soluklanıp durması gerekir artık yorulmuştur... İşte tam da bu anda vahşi at ve maraton koşucusunu birbirine bağlayabiliriz ölümün anlamı tüm bunlardır ve zihnimizin yaratmakta olduklarıdır…
İşte senin için ölmenin muazzam sesleri: Lilium-Sleeping inside, Low-Lullaby
"Van Gogh’un tuvali" metaforu;
YanıtlaSil"Bazen boya biter, fırça kırılır ve biz o tuvalin içinde öylece yaşamaya devam ederiz. Boya ve fırça bulamadıkça tuvalin devamını getiremeyip artık yarım bırakırız ve oracıkta öylece kalakalırız. Aslında çıkmak için çabalarız ve hatta kurtulmak isteriz ama nafile seni kimse duyamaz çünkü sen yoksun var olmadın, ne zaman ki çıkmak istedin ve çarelerin tükendi kalbin artık atmıyor işte o zaman var oldun… "
Sanırsam bu çıkarım, şu hayatımın en berbat son bir kaç ayını en naif hali ile özetler.
Galiba anlıyorum, nacizane, tutunacak dalımın kalmaması yada kimsenin elini uzatmaması.. Tolstoy haklıydı.
" Hayat boyunca korkularımız nefesimizle dans eder ve artık partner değiştirmek ister, ardından ölüme der ki bu dansı bana lütfeder misiniz?"
Ölmedim elbette ama Tolstoy'u haklı çıkarttım, şimdi partnerim, başkası ile pencerimin ötesinde, o güzel çicekli elbisesi ile dansımızı ona lütfetti. ∼
"Peki öleceğimiz anı anladığımızda tüm değerlerin ve değerli kıldıklarımızın önünden göçerken yanaktan süzülen yaş neyi ifade eder?"
Zafer Şerefinin Şampanyası - Kestane kokulu eve dönüşün zaferi.
Yorumdan öte bakmak ile görmek arasındaki farkta ben, bu yazında görmeyi tercih ediyor ve susuyorum. Bilirsin tabak boş göderilmez, hediyene hediyem;
- Kafabindünya - Kapanış Konuşması -
:)
Görmeyi tercih eden bir insanın yorumları çok hoş bu güzel bakış açısı ve hediyen için teşekkür ederim anlamlı tabakları hep dolu sevmişimdir :))
Sil